Servet aktarımları ve "sermayeye haddini bildiren" muhalefet

Rant aktarımları kapitalist sistemin doğasına içkindir. Sistem bu aktarımlar (transferler) üzerinden çalışır. Bütün mesele, bu aktarımların sermaye adına düzene sokulmasıdır, kuralsızlığın ve başıbozukluğun disipline edilmesidir; emeği sağılan sınıfların büsbütün pestile dönmemesinin kollanması kadar sermaye içi dengelerin de gözetilmesidir.  Kapitalist devlet bunun için vardır, regülasyonları (veya deregülasyonları) bunun için yapar. Sistem-içi emek örgütleri (işçi ve memur sendikaları) sarkacın çok fazla sermaye lehine sarkmaması için mücadele ederler. (Ancak neoliberal birikim döneminde bundan sonuç almaları güçleşmiştir).

AKP, sermayenin iktidarıdır. Uluslararası sermayenin çıkarlarını da temsil eder. Sanıldığının aksine, küçük sermayeden ziyade büyük sermayenin iktidarıdır; taşra sermayesinden ziyade büyük metropollerin sermayesinin iktidarıdır. Bunlar içinde de büyük inşaat şirketlerinin çıkarlarını, kanatları altında büyüttüğü sermaye gruplarının çıkarlarını daha fazla gözetir. 

Kapitalist devlet hem birincil bölüşüm ilişkilerine çeşitli düzenlemelerle (iş yasası, sosyal güvenlik düzenlemeleri, toplu iş sözleşmesi, grev-lokavt düzenlemeleri, asgari ücret düzenlemesi, kamu ve özel istihdam büroları, kiralık işçilik, vs.) müdahale eder, hem de ikincil bölüşüm ilişkilerini (vergi ve kamu harcama politikaları, özelleştirme uygulamaları, imar rantlarının ve yeraltı zenginliklerinin paylaştırılması. vs.) düzenleyerek gelir-servet aktarımlarına doğrudan/dolaylı müdahalelerde bulunur. (Bu konuya Sol Haber Portalı'nda "Kapitalist Bölüşüm İlişkileri-1" başlığı altında 23 Şubat 2016 'da değinmiştik).

***

AKP Hükümetleri bu müdahaleleri önceki hükümetlerin en rantçı olanlarından bile (Özal hükümetleri gibi) çok daha cüretkâr boyutlara taşımıştır. Sonuç, gelir ve servet uçurumlarının kısa sayılabilecek bir zaman dilimi içinde derinleşmesidir.

İki rapor servet dağılımındaki çok hızlı bozulmayı teyit ediyor. Crédit Suisse bankasının "Küresel Servet Raporu"na göre, Türkiye'de en zengin yüzde onluk dilimin toplam servetten aldığı pay 2000 yılında yüzde 66,7'den 2014 yılında yüzde 77,7'ye çıkıyor. Yani zaten çok yüksek bir eşitsizlik gösteren servet dağılımı AKP döneminde daha fazla sermayeden yana bükülüyor.

"Research İnstitute of Turkey"in raporu bu bozulmanın en zengin yüzde birin payı bakımından daha da vahim boyutlara ulaştığını gösteriyor. En zengin yüzde 1'in payı 2002'de yüzde 39,4 iken 2013'te yüzde 52,3'e ve 2014'te yüzde 54,3'e yükseliyor. Kremanın kreması denilebilecek yüzde birlik dilimdeki süper zenginlerin pay artışının olağanüstü hızlarda olduğu görülüyor. Hatta 2013'ten 2014'e geçerken bir yılda 2 puanlık bir pay artışı, çok sınırlı ellerde servet yoğunlaşmasının daha da hızlandığını kanıtlıyor.

Dolaylı gösterge olarak da BDDK'nın 10 gün önce yayımlanan verilerine göz atalım. Buna göre bankalardaki mevduat içinde 1 milyon TL'nin üzerindeki şişkin cüzdanların son dört yılda daha da arsız bir büyüme içine girmiş olduğu görülmektedir. 2012'nin ilk çeyreğine göre bu mevduatların sayısı 2016'nın ilk çeyreğinde yüzde 102'lik bir artış göstererek 94.529'a çıkmıştır; buna yakın artış (yüzde 95,4) gösteren mevduat dilimi de hemen bir sonrakidir (250 bin ile 1 milyon TL arası). Bundan daha küçük mevduatların sayısı çok fazladır ama sayıca artışları bile çok daha yavaştır. Öte yandan, bir milyonun üstünde mevduata sahip olanlar toplam mevduat sayısının sadece binde 1,3'ünü oluştururken, toplam mevduat tutarının yüzde 49'una (yani 605 milyar TL'ye) sahiptirler. Bunu 250 bin TL üstü mevduat açısından yapsaydık, binde 7'ye mevduatın yüzde 64'ünün düştüğünü görürdük. 

Kuşkusuz nakdi servet birikimleri (gayri-nakdi olanlara hiç girmiyoruz) sadece bankalardaki mevduat hesaplarından ibaret değildir, sadece TL mevduatları üzerinde de yığılmış değildir. Kaldı ki sadece ülke içinde biriktiriliyor da değildir. Sermaye hareketleri üzerindeki kontrollerin kaldırıldığı 1989 yılından bu yana, ülke içine ve dışına dönük sermaye akımlarının ayrıntılı bir biçimde izlenebilmesi olanakları esas itibariyle yitirilmiştir. Geçen hafta Panama Belgeleri'nin kısmen ortalığa saçılmasıyla görüldü ki, off-shore hesaplarda faal durumda 101 Türk şirketi ve bunlarla bağlantılı 684 Türk zengini vardır. Şirketlerin 69'u İngiliz Virjinya Adalarını tercih etmiş, 20'si ise Panama'yı. Bu hesapların 2002 sonrasında arttığı, 48 şirketin AKP döneminde kurulduğu, listede TÜSİAD çevrelerine mensup olanlar kadar AKP eliyle zenginleşenlerin, RTE'nin aile dostlarının da boy gösterdiği görülüyor. Şaşılacak bir durum değil kuşkusuz. Kaldı ki bu hesaplar, buzdağının görünen yüzünden ibaret.

***

Bu arsız zenginleşmelerin ve servet kaçırmaların tezahürlerinden biri de sosyal olaylarda kendini gösterir. Rejimin rant dağıtım kanallarının tümünü kontrol etmeyi iş edinen "Başkan adayının" kızının düğünündeki takı kuyruklarında sadece sermaye kesiminin iktidara yakın simalarını görmezsiniz, son 15 yılda servetlerine servet katmış ve birikimlerinin/ gelecekteki girişimlerinin güvende olmasına titizlenen pek çok "muteber" holding patronunu da bir göze girme, temayüz etme yarışı içinde görürsünüz. Bu görgüsüzlük tablosu, görgüsüzce servet yığmanın yanında adeta masum bile kalır.

Bütün bunların karşı kutbunda, sosyal yardıma muhtaç kişi sayısının 20 milyonu bulması ve MG'in yüzde 1,3'den daha az bir sosyal yardım kırıntısıyla iktidarın 23 milyonluk bir kitleyi siyasi yamacında tutabilmesini görürsünüz. 2016'ın ilk üç ayında açılan haciz davalarının 500 bine yaklaşmasını, takipteki borç davalarının patlama yapmasını, vs. görürsünüz. Ama bunları yaşayanların, kendi durumlarıyla yukarıda özetlenen gelir ve servet uçurumunun derinleşmesi arasında bir ilişki kurmasının önlenmesi için sistemin bütün ideolojik aygıtları sabah akşam çalışacaktır. 

Peki bu ilişkinin görünür kılınması için Meclis içindeki siyasi muhalefet ne yapmaktadır? 

Anamuhalefet sermayeye haddini nasıl bildirir? "Miş"li bir öykü:

Sermayenin iktidara, iktidarın sermayeye çok kazandırdığı bir süreçte, sermayenin bazı kesimlerinin iktidarın tarz-ı siyasetine (sermaye içi rant paylaştırılmasında bazen kantarın topuzunu kaçırmasına ve sopasının fazla uzun olmasına) dair bazı hoşnutsuzluklarının bir "demokrasi mücadelesine" dönüşebileceğine/ dönüşmesi gerektiğine iman eden (naiflikten ziyade aslında gerçek mücadeleden kaçmayı simgeleyen) bir anamuhalefet lideri, sermaye iktidarını sermayeye şikayet etmiş. Yetmemiş, sermayenin irili ufaklı tüm kesimlerini çatısı altında toplayan Odaya, en iri kesimlerini toplayan Derneği örnek göstermiş, "onlar kadar olamadınız" demiş. 

İşte size yüksek haykırışlarla ifade edildiği ve sermayenin bir kesimine sözde "giydirdiği" için sert sanılan, aslında içi boş ve hatta gerçek kitlesini şaşırmış şaşkın bir "merkez-sol" anamuhalefet örneği.