Seçimin siyasi dersleri

Seçimlerin ilk dersi, siyasi coğrafyanın kolay değişmediğidir. Cumhuriyetçi kitleler Eskişehir, Burdur gibi iller (ve Ankara’nın merkezi ilçeleri) dışında kıyılara (İstanbul’un merkezi dahil) daha hakimdir. Dini muhafazakarlık (ve iktidar yakınlığı) üzerinden tercih bildirenler ülkenin her bölgesinde, bu arada İstanbul ve Güney Marmara’da güçlü bir varlık gösterirken Orta Anadolu’da pik yapmaktadır. Kürt siyaseti göç etkisiyle bazı Batı illerinde de var olsa bile bölgesel kimliğini korumaktadır.

Bu üçe bölünmüşlük, parlamentoda temsil edilen dört siyasi parti arasında oy geçişkenlikleri olmadığı anlamına gelmemektedir. Geçişkenlikler, bölgesine göre farklı yönler alabilmektedir. Son yerel seçimlerde, kazanacak adaya doğru kendiliğinden kaymalar olurken, Ankara’da ve bazı illerde MHP’den CHP’ye, MHP’nin kazandığı veya oy sıçraması yaşadığı diğer illerde CHP seçmeninden MHP adayına doğrudur. Bu kaymalar bazı ilçe seçimleri sonuçlarında da belirleyici olmuştur.

30 Mart seçimlerinde, muhalefet partileri oylarını arttırdığı ve iktidar partisi oy gerilemesi yaşadığı halde, iktidar seçimlerden “ezici” bir başarıyla çıktığı izlenimini vermeye çalışmış ve bunda oldukça başarılı olmuştur. Bunun arkasındaki neden, İstanbul ve Ankara gibi simgesel değeri çok yüksek olan illeri -her ne pahasına olursa olsun- korumuş olması, bazı illeri kaybederken Antalya gibi bir ili geri alması ve Artvin, Ordu gibi uzun süredir hükmedemediği illeri de CHP’den kazanmış olmasıdır.

Oysa, CHP’nin genelde aldığı oy oranını değiştirmeyecek miktardaki oy kaymaları veya oylara sahip çıkılması durumunda bu tablodaki psikolojik üstünlük iktidar partisinin elinden alınabilirdi. Dolayısıyla, başarı veya başarısızlık birçok il ve ilçede bıçak sırtı dengelere bağlı kalmıştır.

Bu arada, bütünşehir uygulaması AKP’nin bazı il ve ilçelerde istediği sonuçları almasını sağlamıştır. Rakiplerinin bazı yörelerde yanlış aday belirlemeleri, DSP, DP veya bağımsız adayların iktidarca dolaylı olarak desteklenmesiyle rakip güçlü partinin oylarının eritilmesi, büyük maddi olanakların seferber edilmesi, vaatlerde sınır tanınmaması ve her türlü seçim hilesine başvurulması yollarıyla da seçim sonuçları etkilenmiştir.

AKP’nin başarılı görünmesinin bir diğer nedeni de, Gezi ve 17 Aralık’ın etkilerine bağlı olarak beklenenölçüde oy gerilemesine uğramamasıdır. 2011 seçimlerine veya bir yıl önceki anket sonuçlarına göre önemli bir oy gerilemesi vardır ama, 2009 seçimlerine göre oylarını genelde yükseltebildiği için bu durum belediye başkanı sayısı bakımından önemli bir gerilemeye yol açmamıştır. Dolayısıyla AKP muhalifi kitleler üzerinde bunun negatif psikolojik etkileri hemen hissedilmiştir.

AKP gibi kendi kültürel-siyasi egemenlik alanını sürekli konsolide eden ve kitlesinin kendi dışından etkilenme kanallarını sürekli olarak denetim altında tutabilen bir otokratik siyasal formasyonun gücünün küçümsenmemesi gerektiği bir kez daha anlaşılmıştır. Bu siyasal formasyonun, hiçbir siyasi ahlak kısıtı altında kalmadığını, gerçekleri (yolsuzluk veya dışa bağımlılık gibi) tamamen tersine çevirebildiğini, meydan okuyucu mazlum edebiyatını bıkmadan sahneleyebilme potansiyeli taşıdığını görmemek, mücadeleye eksikli girmek olurdu.

Şimdi bütün toplumsal direnişlere ve yolsuzluk dosyalarına rağmen AKP ve seçmenlerinin de direniyor olmasının Türkiye’de umutları törpüleyen etkiler yapması beklenebilir. Başta anamuhalefet partisi olmak üzere, siyasi kayıplar veya başarısızlıklar üzerinden parti içi mücadelelerin yolu açılabilir. Oysa bugünkü ihtiyaç, doğru bir analiz ve doğru bir siyasal tavır alışla kitlelere yeni bir yön duygusu vermek ve önümüzde duran mücadele için özgüven aşılamaktır.

Seçimlerin yeniden işaret ettiği temel bir sonuç ise, dinci ve etnik milliyetçi hareketler karşısına sadece laik cumhuriyetçi değerlerle çıkılamayacağıdır. Bu artık iyice aşınmış bir savunma pozisyonudur. Bu uğurda merkez sağdan temsilcileri sahneye sürmenin de bir getirisi yoktur çünkü orada paylaşılmamış bir kitle kalmamıştır. Cumhuriyetçi değerleri savunurken bir yandan da Cemaat gibi yapılardan medet ummak ise kafa karışıklığından başka bir yere götürmez.

Bundan böyle kaçınılmaz olan, merkez solun emek eksenli bir mücadele eksenini benimsemesidir çünkü Türkiye’de merkez solun ve solun kitle tabanı, orta vadede, ancak buradan beslenirse büyüyebilir ve bunu besleyecek olan kitlelerin önemli bölümü de AKP seçmeni saflarındadır.