Seçime 10 gün kala

Siyasi manzara şöyle: Toplumun önemli bir kesimi bakımından siyasi meşruiyetini yitirmiş, istifa etmemekte direnen, direndikçe zorbalığa ve yalana-dolana daha fazla sarılan bir iktidar türü işbaşında.

2013’te Haziran Gezi Direnişini 17 Aralık sonrasında büyük yolsuzluk operasyonları izledi Şubat 2014 sonunda telefon ses kayıtları ve tape’lerin kamuoyuna yansımasıyla iktidarın kirlenmişliği toplumun gözünde daha fazla belirginleşti. Çok partili dönemde ilk kez kitleler bu denli yaygın bir biçimde “Hırsız Başbakan” söyleminde birleşti. (Geçenlerde yandaşlarının televizyonuna konuk olan RTE, bu söyleme itiraz ediyor ve “Hırsız Tayyip deseler neyse, ama Başbakana, bir makama hırsız denir mi” diyordu! Tek tepkisi ve tek arzusu buysa, kitlelerin buna uyum sağlamaları doğrusu zor olmaz!).

Yolsuzlukların boyutu, Başbakanın medyaya ve yargıya doğrudan müdahalelerinin ses kayıtları kitleleri sarsmaya devam ederken, Berkin Elvan’ın ölümüyle gündem yeniden Başbakanın talimatlarıyla ve övgüleriyle azgınlaşan polis şiddetine döndü. Kitleler yeniden sokaklara taştı. Gezi’deki halk potansiyelinin derin uykuya yatmadığı ve artık haksızlık ve zorbalıklar söz konusu olduğunda bir kıvılcımla patlamaya hazır olduğu herkes tarafından bir kez daha görüldü.

“Hırsız” sıfatı yanına bir de “katil” sıfatını ekleyerek Berkin’in anısına sahip çıkanlara yeniden şiddet uygulandı. Ama bunun dahi ötesine geçildi: Hükümetin başı, mitinglerde Berkin’i suçlamaktan ve kendisine körü körüne bağlı kitlelere Berkin’in annesini yuhalatmaktan çekinmedi. Halkı kin, nefret ve düşmanlığa teşvik etme suçunu işlemeye devam etti. Tıpkı Gezi’de olduğu gibi, tıpkı Kabataş ve Dolmabahçe Bezm-i Alem Camii komplolarında olduğu gibi. Bay kışkırtıcı, kendisine karşı yükselen halk tepkilerinin karşı ağırlığını oluşturmak için hiçbir ahlaki norm tanımayacağını bir kez daha kanıtladı.

Aslında toplumun yüzde 60’ından fazlasının ortaya çıkan yolsuzluklara inanıyor olmasının da gösterdiği gibi, işi zor. Şimdi yan yollara saparak bundan kurtulmaya çalışıyor. “Başbakan hiç dinlenebilir mi” itirazının pek zayıf kaldığını gördüğünden, son numarası, 1 milyar doların bir oda dolusu para edeceği üzerinden kitlelere bunun imkansızlığını anlatmaya çabalamak oluyor. 1 milyar doların –ki 100 dolarlık kupürlerden 10 milyon adet anlamına gelir- gerçekten bir TIR dolusu para olacağı açıktır peki ama bu neden imkansız olsun ki? 17 Aralık’ta İstanbul’daki evlerden çıkarılan para trafiğini gösteren Mobese görüntüleri buna pekala bir açıklama getirebilirdi. Peki bunların imha edilmediğini kim söyleyebilir? İmha edilmemiş olsa, RTE bu kadar güvenle paranın toplam hacmine ilişkin bu hesaplara girişebilir miydi?

Manzara, tükenmiş bir hükümet ve hükümet başı, tükenmekte olan bir AKP iktidarı. Tükenmeyi geciktirmek için, ilk elde toplumu bölme, kutuplaştırma, birbirine düşürme hesapları. İkinci elde, bu hesap başarısız olursa, Erdoğan’sız bir AKP senaryosu. Her iki durumda da, hegemonik güce yeni tavizlerle yaranarak iktidara tutunma çabaları veya son çırpınışları. Bunlardan birincisinin, yani Erdoğan’lı devam senaryosunun, son kullanım vadesinin dolduğu apaçık. Herkes (AKP içi ve dışı, ülke içi ve dışı herkes) 30 Mart seçim sonuçlarını bekliyor. Kartlar yeniden karılacak.

Ama bu cerahat kolay akmayacak. İç savaşı göze almış bir despot, kitleleri buna hazırlamaya uğraşıyor. Bunda başarılı olamayacağını, alanları ancak taşıma kitlelerle doldurmasından anlaşılıyor. İtibarı bu denli sarsılmış –ve sarsılmaya devam edecek- bir simanın kitleri peşinden ölüme sürüklemesi mümkün gözükmüyor. Bu nedenle gidişini hızlandıracak her türlü kirli çamaşırın ortaya bir an önce dökülmesinde yarar var.

Bu hesap görüldükten sonra, yıkıntının harabeleri olarak kalacak olan AKP ve Cemaatin hesabını birlikte görmek, sanıldığından daha kolay olacak.