Savaşa sürüklemek

Dış politika üzerine yazmak heveslisi değilim. En son 28 Kasım 2017 tarihinde yazmıştım. Ama koşullar yeniden yazmaya zorluyor. Erdoğan iktidarı Suriye'de bir cephe daha açmak için Türkiye'yi askeri, diplomatik, politik ve psikolojik anlamda hazırlıyor.

Diplomasi diyorsak da, aktif veya pasif müttefikler bulmaktan söz etmiyoruz. AKP iktidarı bu konuda esnekliklere sahip gözükmüyor. Son zamanlarda yakın durduğu Rusya-İran ekseni ile birlikte hareket etme olanakları da sınırlı. Suriye rejimini ise hâlâ görünürde karşısına alma inadını sürdürüyor veya buradaki bir U dönüşünün (açıktan işbirliğinin) hem iç kamuoyu hem de seyrelmiş dış muhataplar (AB, Fransa, vb.) açısından sorunlu olacağını hesaplıyor. Şimdilik yapabildiği tek şey, Suriye rejimini hasımlaştırmaktan uzak durmak oluyor. İran ile açıktan bir işbirliğinin ise ABD-İsrail-Suudi eksenini daha fazla karşısına almakla sonuçlanacağını biliyor; kaldı ki İran ile beraber görünmekten hazzediyor olması da beklemez. Rusya ile ilişkisi ise hem bir "yoğurdu üfleyerek yeme" hem de Rusya'nın Suriye'deki hava üstünlüğünü kabullenme ilişkisi. Dolayısıyla, diplomasi denilince şimdi anlaşılan tek şey, Afrin'e müdahale ve bunun kapsamı konusunda Rusya'nın ön onayını almaktan ibaret. Bunca askeri hazırlık yapıldığına göre, en azından sınırlı bir harekât için Rusya'nın onayının alındığı söylenebilir.

Peki Rusya açısından bakılırsa? Rusya, Suriye'de elde ettiklerini konsolide etmek ve ABD'yi sınırlamak istiyor.

AKP'nin politik olarak hesapları da şöyle: Bir kere, Erdoğan rejiminin 2019 konsolidasyonu için yeni hikayelere, yeni "başarılara" veya başarı görüntülerine, Suriye'de her aşamada en doğru yerde durduk masalına, dünyaya kafa tutan adam imgesine (bazıları bunu emperyalizme meydan okuyan Türkiye diye çevirmeye meraklı da olabiliyor!) ihtiyacı var. Bunu yaparken MHP kitlesini olduğu kadar onun dışına düşen milliyetçileri de peşine daha kolay takabileceğini hesaplıyor. CHP tipi muhalefetten kararlı savaş karşıtlığı da beklemiyor, hatta yeni harekâta açık destek vermek zorunda kalacağını hesaplıyor ve bu da zaten tutuyor. (Ayrıca CHP'yi parti içi siyaseti/sorunları üzerinden köşeye sıkıştırmanın kolaylığını da kullanıyor.) HDP cenahının karşı çıkışı ise, sömürülecek yeni bir konu olarak işine bile gelecek gözüküyor.

***

AKP, Suriye politikasını 2011'de yeniden çizerken, ABD'yi arkasına alıp sünni eksenin liderliğine oynama hesapları/hayalleri içindeydi. Şimdi geldiği noktada, Türkiye'nin çıkarlarının bu eksenin karşı kutbunda yer aldığını saptamak durumunda kalıyor. Aslında baştaki hatayı yapmamış yani mezhepçi bir dış politikaya savrulmamış olsa (veya belki de daha doğrusu Türkiye toplumu AKP sorunundan 2011 seçimlerinde kurtulabilmiş olsa), bu iki eksenin bugünkü biçimiyle oluşmasına da katkı yapılmamış olacak ve bölgede çok farklı bir denklem kurulmuş olacaktı.

Biraz daha açabiliriz konuyu. Başından beri Suriye'nin bütünlüğünü savunan, asla mezhepçi bakmayan bir Türkiye dış politikası devam ettirilebiliyor olsaydı (ki bu daha başlangıçta ABD ile ters düşmeyi gerektirecekti), o zaman Suriye, ABD ve Rusya nüfuz bölgelerine bölünmemiş, IŞİD ve diğer cihatçı güçler hiçbir biçimde bölgesel hakimiyetler kuramamış, Kürtler de emperyalizme sırtlarını dayamaksızın elde edebilecekleri daha mütevazı hedefler (mevcut üç kantona özerklik gibi) dışına çıkamamış olacaklardı.

Şimdiki denklemde, IŞİD yenildikten ve diğer cihatçı örgütler da iyice geriletildikten sonra, ABD'nin Kürt kartını oynayarak İran-Suriye-Hizbullah hattına bir kama sokmaya kalkışması, muhtemelen İsrail'i yakında Lübnan ve Hizbullah üzerine çullandırarak yeni bir cepheyi daha devreye sokmaya çalışmak istemesiyle de bağlantılı olabilir. ABD, Rusya'nın bölgedeki nüfuzunu sınırlandırmayı da mutlaka hedefleri içinde tutmaktadır. Türkiye'nin kendi başına hareket etmesi riskine karşı hangi araçları devreye sokacağı da yakında anlaşılacaktır. Türkiye içinde bir bölgesel kalkışmanın şartlarının oluştuğuna kâni olursa, bunu kullanmakta tereddüt etmeyeceği artık anlaşılmaktadır. Ancak bu şartlar oluşmadığı için, Türkiye'nin burnunu savaş sahasında sürtmeye çalışarak, Türkiye'ye ders Kürtlere ise moral vermek peşine düşebilir. Nitekim YPG güçlerine verdiği silahların miktar ve niteliğine ve kendi savaşçı güçlerinin de sıcak çatışmaya girme olasılığına bakıldığında, ABD-Türkiye ilişkilerinin yeniden tanımlanmak zorunda kalacağı yeni bir döneme de kaçınılmaz bir yöneliş olabilecektir. Her durumda bütün bunlar tehlikeli bir kumarın parçalarıdır. ABD, her zamanki gibi, sahadaki güçleri birbirine düşürerek kazançlı çıkmaya çalışabilecektir; ama artık kaybetme risklerinin daha az olmadığı bir sahada hareket etmektedir.

Türkiye toplumunun ise, mezhepçi, maceracı ve emperyalizmin kuyruğuna takılan bir dış politikayla bir komşu ülkenin paramparça edilmesine, bu ülke insanlarının katledilmesine, göç yollarına düşmesine, kentlerinin, ekonomisinin, kültürünün darmadağın edilmesine; kendi ülkesindeki insanların da bu politikaların sonucu olan kitlesel suikastlarla kurban edilmesine ve son olarak da kendi çocuklarının bu komşu ülkenin sınır bölgelerinde bu siyasi zaafların ve açgözlülüklerin faturasını canlarıyla ödemelerine karşı söyleyecek bir sözünün olması gerekir.