Saray Holding A.Ş.

Geçen haftaki yazımı, "haftaya gündem değişmezse buradan devam" diye bağlamıştım. Beklenen oldu ve Türkiye Varlık Fonu (TVF) gündeme yeniden yerleşiverdi. Kaçınılmaz olarak buna giriyoruz. Ama bunun ele almak istediğimiz  Türkiye ekonomisi gündeminden çok uzak olmadığı da açık.

Dünkü soL Haber Portalı'nda Ahmet Çınar'ın, 26 Ağustos 2016'da RG'de yayımlanan 6741 sayılı TVF yasası üzerine uzman görüşlerini derlediği 5 Eylül 2016 tarihli yazısı tekrar manşetten yayımlandı. Orada benim de görüşlerim var. Onları pek tekrar etmeden birkaç konuya dikkati çekmek istiyorum.

Bir: Meclis'ten Ağustos'ta çıkan 6741 sayılı yasa, Meclis'e sunulan yasa tasarısından farklı bir mecraya girmişti. Sunulan tasarının genel gerekçesinde, "Başlangıçta kamu kaynakları ve çeşitli fonlardan aktarmalarla oluşturulan TVF kaynakları, zamanla kendi kaynağını yaratan bir yapıya sahip olabilecektir. Bu çerçevede, ilk aşamada Devlete ait çeşitli fon ve gelirlerin belirli bir yüzdesi alınarak TVF'nun kaynaklarını oluşturması planlanmaktadır" denilmekteydi. Bu çerçeve oldukça kısıtlayıcıydı. Yasada bu kaynak çerçevesi genişletildi. Son olarak 5 ve 6 Şubat 2017 tarihlerinde Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararları (BKK) bunu daha da serbest yorumlayarak iki kamu bankasını, Borsa İstanbul'u, PTT'yi, TPAO'yu, BOTAŞ'ı ve diğer kamu kuruluşları ile çeşitli tahsisli kamu taşınmazlarını TVF'na aktardı.

Önce bir hatırlatma: Bütçesi ve ödemeler dengesi açık veren, uluslararası yatırım pozisyonu açık veren, Hazine üstlenimleri vs. üzerinden bütçe açıklarını çok aşan kamu açıkları veren bir ekonomide 'ulusal varlık fonu' veya 'ulusal yatırım fonu' gibi bir fon oluşturmanın maddi koşulları oluşmamış demektir.

Demek ki, karşı karşıya olduğumuz fon yapılanması çok farklı bir düzenektir. Bunu çok farklı ve görülmemiş bir uygulama yapan bir diğer işaret de, öz kaynaklarıyla değil de mevduat ve dış borçlanma üzerinden kaynak oluşturarak faaliyet gösteren bankaların da bu fon kapsamına alınmış olmasıdır. Bu, bu tür fonların amaçlarına uygun değildir. Kaldı ki, böylesine kozmopolit kuruluş ve varlıklar bütününün yönetilebilir bir yapı olması da mümkün değildir. Saray'a yakın 5 kişilik yönetim kurulunun, allame-i cihan olsalar (ki olmadıkları biliniyor), bunu başarması hiç mümkün değildir.

İki: TVF, amaç ve kapsam maddesinde (md.1), "dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek" amaçlarını sayıyor. Bunun gösterdiği şey şudur: Türkiye'nin iki büyük kamu bankası, Ziraat ve Halk bankaları, tüm aktif ve pasifleriyle, dış kaynak temin etmenin, büyük yatırımlara iştirak etmenin veya madde 4'e göre bu yatırımlara yurtiçi ve yurtdışından finansman sağlamanın teminatı olmanın araçları olarak Fona devredilmektedir. Hazine borç üstlenimlerinin (4749 sayılı kanun, md. 8/A) artık TVF borç üstlenimlerine dönüştürülmesi aşamasına gelinmiştir.

Bu, bir yandan bütçe dışı kamu açıklarının artık gizlenemez boyutlarının ve risklerinin dağıtılması operasyonudur; diğer yandan ise, sıra bekleyen büyük projelerin finansman sorunlarının (gene gelecek nesillere yük aktarmak kurgusu üzerinden) bugün için "halledilmesi" teşebbüsüdür. Ne pahasına? "Finansman sağlanırken TVF portföyü üzerinde teminat, rehin, kefalet, ipotek tesis edilebilir" (md.4, fıkra 3) düzenlemesi pahasına.

Bu arada, TVF yasasıyla (10. maddesiyle), 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 8 maddesinin onuncu fıkrası hükmü de değiştirilmekte ve "TVF Yönetimi AŞ ve TVF ile bunların finansman temini amacı ile kuracakları fon ve şirketler" için, "her türlü dış imkân ile diğer kurum ve kuruluşlar lehine verilecek garantiler" Hazine Müşteşarlığının izni dışında tutulmaktadır. Yani TVF yönetimini AŞ ile bunların kuracakları fon ve şirketlerinin elini sınırlayabilecek hiçbir düzeneğe yer yoktur. Kamu maliyesi tarihinde, Özal'ın kamu özel fonları için dahi öngörülmemiş bir serbestlik ve denetimsizlik peydahlanmaktadır.

Üç: Aslında vücut bulan ve bulacak olan "şeyler", bir "Saray Holding A.Ş." kuruluşunu çağrıştırmaktadır. Zat-ı muhterem'in ‘Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir’ özdeyişi, durumu en veciz şekliyle izah etmektedir. Yakın maliye tarihine bakılırsa, izi sürülen şey Özal'ın kamu özel fonları sistemi ile Erbakan'ın peşpeşe açıkladığı kaynak paketleriyle kurmaya niyetlendiği kamu fonları havuzudur. Ama bunların toplamını aşan bir şeydir. Üstelik bugün için TVF'na aktarılan varlıklar ve kuruluşlar, adeta buzdağının sadece görünen yüzüdür. Devamının hangi kapsamda geleceğine dair bir işaret, yaz sonunda açıklanıp tepkiler üzerine geri çekilen listeye bakarak anlaşılabilir. Ama bu dahi yetmez, çünkü aktarılacak kamu varlıkları ve kuruluşları için hiçbir sınır tanımlanmamıştır.

"Türkiye'nin bir anonim şirket gibi yönetilmesi" arzusu, suya yazılmış bir yazı gibi de değildir. Öncü roldeki Özal, 1984'ten itibaren kuruluşlarına hız verdiği kamu özel fonlarının sayısını 1991'de 107'ye ulaştırmış; bunların aynı tarihteki gelirleri toplamı da  toplam bütçe gelirlerinin yüzde 57'sine kadar çıkmıştı. Bunların toplam büyüklüğünün yüzde 80'lik bölümü de doğrudan doğruya Başbakanlık üzerinden kontrol ediliyordu. Yani Başbakanlık, devlet içinde devlet olmuştu. Farklı kamu tüzel kişikilerine de sahip olabilen bu harcama dükalıklarının oluşturduğu denetimsiz, kaotik ve yönetilemez yapının tasfiyesi 10 yıl sonra yapılabilmişti. (Aralık 1992'de benim başkanlığımda Başbakanlıkta kurulan ve sevgili Ali Rıza Aydın'ın da katkı verdiği "Fon Tasfiye Birimi"nin önerdiği tasfiye projesi DYP-SHP Hükümeti tarafından değil ama aşağı yukarı benzer yöntemlerle 2000-2001 yıllarının IMF programı eliyle gerçekleştirilmişti).

Kıssadan hisse: Sağ ve dinci sağ partiler, kamu kesimini bütçe kısıtlarına tâbi olmadan yönetmeye büyük bir heves duymaktadır. Başka açıdan bakılırsa, bütçe dışı ve denetimsiz fon düzenekleri olmadan ülkeyi yönetememekte veya öyle yönetmek kendilerine çekici gelmemektedir. Bu, hem bugünü kurtarmak için geleceğin kaynaklarını borçlanma üzerinden kullanmanın dayanılmaz cazibesidir, hem de rant dağıtma düzeneklerini kontrol altında tutarak partileşmeyi ve iktidarda kalmayı garantilemenin vasıtasıdır. (Türkiye'nin muhtemel en büyük holdingini yönetmenin kime ne kişisel zenginleşmeler vadedeceğini bugünden tam kestiremeyiz kuşkusuz).

Dört: Eylül'de değindiğim için burada girmedim ama değinmeden olmaz: TVF, zaten kamuya ait olan kaynakları oradan oraya taşıyarak yeni kaynak yaratamaz. (Kamu bankalarının mevduatı kamu kaynağı tanımı dışındadır, ama burada da zaten mevduatın devletleştirilmesine gidilemez). Bu nedenle, işçinin, memurun parasına göz dikmek işin esasıdır. İşsizlik Sigortası Fonu, Zorunlu Bireysel Emeklilik Sigortası, muhtemel bir Kıdem Tazminatı Fonu gibi fonların kaynaklarının TVF'na ve onun aracılığıyla iktidarın tercihli yatırımlarına ve muteber sermayedarlarına sunulmasının da sistemin esası olması gibi...