Kriz ve seçim korkusu

İktidarın bu çifte korkusu birbirine bağlı. Krizin yalnızca seçimleri değil seçimler sonrasında da ekonomiyi uzunca bir süre etkileyebilecek potansiyele sahip olması, korkulu bir rüyaya dönüşüyor. Nitekim Yeni Ekonomi Programı'nın (YEP) 2020 hedefleri dahi düşük büyüme temposunun devam edeceğini öngörüyor yani krizden 2009'da olduğu gibi V tipi (pinpon topunun yere vurup sıçraması gibi) hızlı bir sıçramayla çıkışa fazla olasılık tanınmıyor.

İktidarın korkularına dönersek, seçime yönelik olarak uygulanan ekonomik programın akıllara durgunluk verici bir bol kepçe teşvik/destek sistemini birkaç aylık geçici bir dönem için yürürlüğe koyduğu görülmektedir. YEP'in sıkı maliye politikası önlemleri (2019'da 76 milyar TL'lik bir mali sıkıştırma programı) tamamen bir kenara bırakılmış ve bunun yerine tam tersi uygulamaya konulmuştur: İstihdam teşviklerinde emek üzerindeki sigorta primleri ve vergilerin devletçe (İşsizlik Sigortası Fonu'nca -İSF) üstlenilmesini de aşıp ücretin kendisi de İSF'ye yıkılmıştır! Vergi indirimleri de seçim sonrasına kadar uzatılmıştır. Bu arada enflasyona karşı mücadele görüntüsü vermek ve enflasyonist eğilimi yumuşatmak için, iktidarın meşrebine hiç uygun olmayan tanzim satış gibi uygulamalara girişilmiştir. Tarımsal üreticiye (2 milyon 873 bin üreticiye) 2019 yılı içinde yapılacak mazot ve gübre desteğinin tümü yani 2 milyar 872 milyon TL veya çiftçi başına yaklaşık 1.000 TL ödeme 22 Şubat itibariyle başlatılmış; Mart ortasına kadar ödemelerin tamamlanması planlanmıştır. Çiftçinin elektrik faturalarının birkaç bin liraya çıktığı hesaba katıldığında bunun ne kadar sembolik olduğu, hatta 2016'da Başbakan Yıldırım'ca sözü verilen "mazot parasının yarısı devletten" vaadi yanında tamamen anlamsız kaldığı düşünülebilir. Doğrudur da. Ama iktidar anlık umut aşılarından, seçim rüşvetlerinden hatta 200 gr.lık çay paketlerinden medet umar durumdadır.

Bunların göz boyamadan başka anlamı olmadığını gören görüyor. Türkiye'de tarımsal ürünlerde görülen kıtlığın, üretici-tüketici zincirinin uzunluğundan (bu hep vardı),  stokçuluk veya mevsimsel/iklimsel etkilerden ziyade tarımsal üretimde ciddi bir daralmadan kaynaklandığını, bunun da tarımın IMF-DB-AKP politikalarıyla uzun süredir derin bir sarsıntıya uğratılmasının sonucu olduğunu bilen biliyor. Bilmeyenler/ görmeyenler de daha fazla görmeye başlıyor. Düşünün: 2018'de enflasyon yüzde 20,30 artıyor ama 2018'de 14,5 milyar TL olan tarımsal destek ödeneği 2019 bütçesinde 16,1 milyara çıkarılarak (göz boyamak için 10 küsur milyarı ilk üç ay içinde ödenerek) sadece yüzde 11 arttırılıyor! Oysa 2019 milli gelir tahminin yüzde 1'inin yani 34,5 milyar TL'nin asgari zorunlu tarımsal destek olarak ayrılması gerekmekteydi. Aldatmacanın boyutları bu mertebededir. Ondan sonra iş, suçu aracılara atıp "milleti kandırma sanatını" konuşturmaya kalıyor. Emrindeki medya da zaten karayı ak yapmak üzere satın alınmış bulunuyor.

İyi de nereye kadar? Çocuklar, "yalancının mumu yatsıya kadar yanar" deyişini bellerler hep; yalanın da bir ömrü olduğu açıktır çünkü. Ekonominin gerçeklerine (işsizlik, enflasyon, ekonomik daralma, üretken sektörlerdeki küçülme, gelir/servet dağılımında sürekli bozulma) çarptıkça, iktidarın yalan mumu da fazla yanamayacaktır. Bunun yerini bu defa dinci/milliyetçi faşizan bir zorbalığın almasına, kitlelerin yeni düşmanlaştırmalar üzerinden afyonlanmasına ve iktidara biata zorlanmasına seyirci mi kalınacaktır?

Anayasaya göre tarafsızlık andı içmiş olan tek adamın günde iki-üç miting yapıp partisine oy toplamak adına şimdiden millete bu afyonu içirmeye çalışmaya başlaması, muhalefetsiz bir düzen özlemlerini ima etmeye yönelmesi, sadece seçimlere dönük olmayabilir. Seçim sonrasının kötü senaryolarına da bir hazırlık amacı taşıyabilir. Muhalif siyasal hareketlerin bunu yeterince dikkate aldığından kuşkuluyum.

***

İktidar seçime dönük gevşek maliye politikalarına gittiğine göre, seçim sonrasında beklenenden daha sert bir telafi mekanizmasını (örtük veya açık bir IMF programını) çalıştırmak durumunda kalacağını da hesaba katmak gerekir. Bu arada, işin ilginç yönü, iktidarın sıkı para politikasına gereğinden sıkı bir biçimde angaje olmasıdır. Küçülen bir ekonomide kredi kanalları da daraldığı için finans piyasasında faizlerin yönü aşağı kırılmışken, TCMB'nın 8 ay öncesinin tersine piyasanın çok üzerinde politika faizi seçeneğine yapışıp kalması da bir korkunun ifadesidir. Ağustos-Eylül döviz krizinin seçimler öncesinde yeniden patlak vermesinden duyulan korkudur bu. Bir başka açıdan ise, dış dünyaya "merak etmeyin, aslında sıkı duruyoruz, seçimler geçsin maliye politakalarında da sıkılaşacağız" mesajıdır aynı zamanda.

Enflasyonda psikolojik sınır kabul ettikleri yüzde 20'nin birazcık altına düşünce (ona da hafif bir müdahalenin olup olmadığını bilmiyoruz; örneğin 1 kg.'lık kotalar ile satılan işlenmemiş gıda ürünlerinin fiyatlarının esas alınması herhalde bir sapma teşkil eder) ilgili bakanın nasıl bayram ettiğini görüyoruz. Oysa, enflasyonun son üç aydaki seyrine bakılırsa yüzde 20 platosunun oldukça direngen bir seviye oluşturduğunu, çekirdek enflasyonun da benzer bir direnç sergilediğini, gıda enflasyonu yıllık düzeyinin hala yüzde 29,25'te tutunduğunu, döviz ve faizin seyrinin hangi sürprizlere açık olduğunun öngörülemediğini, dolayısıyla enflasyona ilişkin tahminlerde iyimser olmak için erken olduğunu söyleyebiliyoruz. Elbette, gelirlerin, satın alma güçlerinin, dolayısıyla talebin dip yaptığı koşullarda enflasyondaki gerileme sürebilir; ama bunu hangi ölçüte göre başarı hanesine yazabiliriz? Ekonomi ve ona bağlı olarak ithalat gerilerken, dış ticaret açığının (ve tabii cari açığın) gerilemesine, ihracatın ithalatı karşılama oranının kaçınılmaz olarak yükselmesine nasıl sevinebiliriz? Toplum yoksullaşırken döviz kuru, faiz, enflasyonda düzelme oluyorsa, bunu, ölen kimsesiz bir hastanın piyango kazanmasına benzetebiliriz.

***

Seçim kazasız atlatılırsa iktidar açısından sonrası o kadar kritik olmayabilir belki; ama iktidarın bileşenleri kendi etraflarında giderek bir siyasi meşruiyet krizi yumağının örüldüğünü hissediyorlarsa -ki bu olasılık yok değildir- o zaman krizin uzamasının olumsuzlukları çoğalabilir. Tabii bunun için ne yaptığını bilerek iktidar mücadelesi veren ve toplumu örgütleyebilen bir muhalefet gerekir. Denklemin bu bölümünde kocaman bir boşluk olması asıl kaygı duymamız gereken konudur.