Kapkaç seçimler ve sonuçları

Geçen haftadan bu yana gündem defalarca değişti. Başdöndürücü bu gelişmelerin başlatıcısı Bahçeli-Erdoğan ikilisinin erken seçim tiyatrosu oldu. Bahçeli Salı günü konuştu, Erdoğan "vallahi önceden haberim yoktu" deyip Çarşamba günü erken seçimlerin tarihini 66'ya (66 gün sonrasına) bağladı. Daha Salı günkü grup konuşmasında üç kez "seçimler 2019'da yapılacak" "özel" vurgusununun üzerinden 24 saat bile geçmemişken hem de. Seçimler tarihimizin en hızlı baskın seçimlerinden biri böylece ilan edilmiş oldu.

İktidarın iktisadi ve siyasi sıkışmışlığı ve 2019'a kadar işlerin daha da kötüye gidebileceği kaygısı kuşkusuz bunun önemli nedenleri arasındaydı. Bu yüzden iki alanda fırsatçılık yapmaya gereksinimleri vardı: Bir, kendi hazırlıklarının çok gerisinde kalan dağınık muhalefeti gafil avlamak; iki, kendi seçim hesaplarını bozabileceğini düşündükleri İYİ Parti'nin seçimlere girmesini engellemek. Böylece, "milletten veya muhalefetten seçim kaçırma" sıfatının daha çok yakışacağı bir "kap-kaç" seçim ilanından medet umuldu. (İYİ Parti yanında çok sayıda partinin, bu arada TKP gibi düzen karşıtı olanların seçime girmesinin hukuk dışı yollarla engellenmesi, YSK'nın iktidar partisinden ve OHAL rejiminden farklı bir "hukuk" tanımı olmadığını göstermekteydi).

Benim geçen hafta ortasındaki tahminim, İYİ Parti'nin hem genel seçimlere girişinin engellenmesi, hem de "noter onayı" koşulu konularak cumhurbaşkanı adayı çıkarmasının önemli ölçüde zora sokulmasıydı. Bu tahminimi Perşembe akşamüstü rutin TELE-1 programımda belirtmiş ve -herhangi bir iç bilgiye dayanmadan- anamuhalefetin İYİ Parti'ye 15 milletvekili ile takviye yapabileceğinden söz etmiştim. Bunu tahmin etmek aslında zor değildi: Anamuhalefete ve genel olarak (MHP dışındaki) Meclis içi muhalefete hakim olan düşünce, bu seçimlerde Erdoğan'ın yenilmesi ve Partisinin geriletilmesi için mümkün olan ittifak türlerinin mutlaka denenmesiydi. İYİ Partinin seçime sokulmaması daha baştan seçimlerin (hem cumhurbaşkanlığı hem de genel seçimlerin) kaybedilmesi anlamına gelebilirdi. Bu partinin, kendi parti bayrağıyla seçimlerde boy gösterememesi durumunda, başkanının cumhurbaşkanlığı adaylığı da büyük yara alırdı. CHP-HDP'nin (ve isterseniz yüzde 3-4 bandındaki SP'yi de ekleyin), seçmenleri toplamının (ki bu toplamdan fireler olurdu) yüzde 50 skoruna yaklaşması mümkün değildi. MHP yanında AKP'den de oy kapacağı umulan İYİ Parti anahtar olarak görülmekteydi.

21-22 Nisan Cumartesi-Pazar günlerinde CHP'nin 15 milletvekilinin istifa ederek İYİ Parti saflarına katılması, AKP'nin oyununu bozan bir hamle olarak anlaşıldı. Bunun toplumdaki yansıması da benzer şekildeydi ve muhalif kesimlerde yeni bir umut dalgasını da beslediği görüldü. AKP zirvelerinden gelen öfkeli tepkilere ve Erdoğan'ın ve çevresindekilerin yüz ifadelerine bakıldığında da beklenmedik bir darbe yemiş olanların psikolojik dışa vurumunu saptamak zor değildi. 23 Nisan Pazartesi günü Meclis'teki "Bayram" konuşmalarında da bu şokun etkileri hissedilmekteydi.

***

Şimdi bugünlerde anamuhalefetin ikinci hamlesinin, birinci turdan itibaren ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmak üzerinde yoğunlaştığına tanık oluyoruz. Bu konu üzerinde, ne ilgili siyasi partilerde ne de farklı siyasi yorumcular arasında görüş birliği sağlanamamışken, üstelik 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olumsuz deneyimi henüz çok canlıyken, acaba bu yeni gayretkeşlik sonuç alıcı olabilecek mi?

Bu soruya şu yanıt verilebilir sanıyorum: Farklı partilerin ortak aday çıkarmasında belirleyici olan lokomotif konumundaki en büyük kitle partisi olamamaktadır. Mutlaka kazanılmak istenen küçük anahtar partiler daha belirleyici bir konuma yükselmekte (2014'te Ekmeleddin'in MHP'nin önerisi olmasındaki gibi) ve toplumun daha muhafazakar kesimlerine ters gelmeyecek aday isimleri öne çıkmaktadır. Üstelik, 2014'te sınandığı gibi, daha sağdan aday göstermenin başarı garantisi de yoktur. Dinci sağa karşı laiklik ve aydınlanma savunusu bile yapmayacak bir adayla (veya hatta bir başka siyasal İslamcı adayla) yarışa girmenin utancı da cabası...

Türkiye'nin bugünkü somutuna bakarsak, önemlice bir seçmen karşılığı olan dört parti arasında (CHP, İYİ Parti, HDP, SP) yapılacak bir ortak aday arayışının, CHP dışındaki üç partinin, hatta belki de en anahtar parti kabul edilecek SP'nin tek başına belirleyici olacağı bir mecraya sürüklenmesi riski bulunmaktadır. Uzun süredir "sağa açılma" stratejisi izleyen CHP'nin de kendi içinden bu partilere hoş görünecek bir aday çıkarma "potansiyeli" kuşkusuz yok değildir. Bu arada HDP'nin oy potansiyeli bakımından SP'den daha anahtar konumunda olduğunu da hesaba katmak gerekir. HDP'nin bu konumunun daha soldan bir adaylaştırmaya yol açacağı beklentisinde olabilecekleri ise derin bir hayal kırıklığı beklemektedir. Gül'ün adaylığını bile bir olasılık olarak dışarda tutmadığını açıklayan parti yetkililerinin olduğu bu Partide kendi özel gündemine bazı çözümler sunabileceği düşünülen her aday makbul sayılabilecektir.

***

Yukarıdaki saptamalar, birinci tura her partinin kendi adayıyla girmesinin daha sağlıklı olacağını göstermektedir. Bunun, iktidar partisinin işi ilk turda bitirmesine yol açacağı kanısında değiliz. İkinci tura kalacak olan en çok oy toplamış muhalefet adayı milyonların tercihini yansıtacağı için onun etrafında kümelenmenin de daha kolay olacağı düşünülmelidir.

2017'nin diktatörlük anayasasının öngördüğü yeni siyasi/idari yapıda kıymeti harbiyesi olan tek siyasi statü cumhurbaşkanlığıdır. Anayasanın tüm maddelerinin 24 Haziran sonrasında yürürlüğe girmesiyle iyice başına buyruk bir makama dönüşecek olan bu statünün teslim edileceği siyasi kişiliğin, sağ-sol etiketlerinden belki de daha önemli bir niteliği, güç zehirlenmesine uğramadan ülkeyi kuvvetler ayrılığını içeren bir parlamenter sisteme doğru yönlendirme kararlılığı olacaktır. Dolayısıyla, adayın siyasi konumu kadar önemli olacak bir özelliği de, muhalif partilerin seçim öncesi sözlerine sadık kalabilme kapasitesi yani siyasi ahlakı olacaktır. Demek ki aday belirlemenin önemli bir veçhesi de bu olmalıdır.


Not: Bu hengame içinde Meclis'ten geçirilen bir başka kapkaç yasa ("DSİ Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve KHK'lerde Değişiklik Yapılmasına dair Kanun Tasarısı") vardı ve geçen haftaki deprem olmasaydı bu hafta değinmek istediğimiz de bu 'tahrip gücü yüksek' düzenlemeydi. Umarım haftaya fırsat buluruz.