Kapitalist Bölüşüm İlişkileri (2): Emekçinin Parasını Çalmak

Başlık "malumun ilanı" gibi gözükebilir. Kapitalist sistem zaten doğası gereği bir emek hırsızlığı değil midir? Emek sömürüsü birincil bölüşüm ilişkileri düzeyinde başlayıp bitiyor olsaydı, "malumun ilanı" yaklaşımı haklı olabilirdi. Ama kapitalist sömürü düzeneği bunun ötesinde, ikincil bölüşüm ilişkileriyle birlikte çevrimini tamamlamakta. Emek üzerine kurulan ikincil artık-sağma düzeneğinin vergiler yanında en doğrudan yöntemlerinden biri de kayıtlı istihdam üzerindeki fon kesintileriyle oluşturulur.

Özal döneminde alabildiğine genişletilen "kamu özel fonları sistemi" çığırından çıkarıldıktan sonra, 1991 yılına gelindiğinde, bütçe dışı fon gelirlerinin bütçe gelirlerine oranı yüzde 53 gibi devasa bir düzeye ulaşmıştı. Bunlardan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı (ÇTTH:1986) ve Konut Edindirme Yardımı (KEY:1987) gibi istihdam fonları, büyük aldatmacalarla tezgahlanmıştı. ÇTTH, 2000 yılında aynı oranlarda prim tahsili yetkisi yeni kurulan İşsizlik Sigortası Fonu'na (İSF) devredilerek dönüştürüldü. (Bu iki fonun bakiye varlıklarının nihai tasfiyesi ise AKP döneminde gerçekleştirildi ama gene hak sahipleri aleyhine "formüllerle"...)

Haziran 2000'den itibaren işçi-işveren-devletin ödediği primlerle İSF biriktirim yapmaya başladı; işsizlik ödenekleri (İÖ) ise Mart 2002'den itibaren devreye girdi. Zaman içinde sermaye çevrelerinin baskısıyla kesinti oranlarında indirimler yapıldı. Ama değişmeyen tek bir şey vardı: Fonda biriken (ve nema gelirleriyle de büyüyen) kaynakların işsiz ordusuna aktarılmamasının başarılması! Nasıl? Birbirine tamamlayan üç yolla:

Birincisi, Fona girişlerin fevkalade güçleştirilmesiyle. İÖ'ne hak kazanabilmek için dört koşulun yerine getirilmesi şarttı: (i) Kendi istek ve kusuru dışında işini kaybetmek; (ii) Hizmet akdinin sona erdiği tarihten itibaren 30 gün içinde başvurmak; (iii) İşten ayrılmadan önceki son 120 gün sürekli çalışıp prim ödemiş olmak (tabii işverenin de bu primleri yatırmış olmasını umarak!); (iv) Son üç yılda en az 600 gün İşsizlik Sigortası primi (İSP) ödemiş olmak.

İkincisi, Fonda kalışların çok kısa tutulmasıyla. Yukarıdaki giriş koşullarını sağlayanlar, son üç yıldaki İSP ödemelerine göre (600, 900 veya 1080 gün) sırasıyla 180, 240 veya 300 gün İÖ'ne hak kazanmaktaydı!

Üçüncüsü, hak kazananlara ödenen İÖ'nin çok düşük tutulmasıyla. Bu ödeneğin aylık asgari ücretin netinin yarısı ile tamamı arasında kalması öngörülmüştü. Oysa prim toplarken "prime esas aylık brüt kazançlar" (4447/49) dikkate alınıyordu. Prim tavanı ile ödenek tavanı arasındaki orantısızlık göze batacak kadar yüksekti.

Peki işçilerden işsizlik halinin güvencesi olarak toplanan kaynaklara, işsizlerin ulaşmasının bu kadar zor olması işçi sendikalarının sorunu olmadı mı? İSF yönetiminde işçi temsilcilerinin de bulunması kavgası verilebildi mi? Çoğunluğu kendi sınıfları yerine sermayenin iktidarına yakın olan işçi sendikalarından bu kadarı beklenemez miydi? Nitekim, ÇTTH'ı çalışanlar lehine bir çözüme kavuşturarak tasfiye edeceğini programına alan RP'nin 1996'da iktidar olması ve Çalışma Bakanlığı'na Hak-İş Konfederasyonu başkanlığından gelen Necati Çelik'i getirmesi, çalışanlar aleyhine bir tasfiye projesine (ki bu, tepkiler üzerine sonuçlanamamıştı) angaje olmasını engellememişti. Tıpkı AKP'nin 2007-2011 döneminin 60. Hükümet Eylem Programı'ndaki "işsizlik ödeneğinden yararlanmak için gerekli olan şartlar esnetilecek, ayrıca işsizlik ödeneğinin miktarı arttırılacaktır" vaadini izleyen yıllarda hiç anımsamadığı, hatta bizim bu yönde verdiğimiz kanun tekliflerini her yasama döneminde kendi milletvekillerinin oylarıyla reddettiği gibi!

Peki o zaman İSF ne işe yarıyor?

AB başta olmak üzere dış dünyaya, Türkiye'nin taahhüde girdiği sosyal sigortacılığın yeni bir aşamasını daha yerine getirdiğini göstermek işin bir yanıydı. Daha belirleyici olanı, İSF getirilirken, tıpkı önceki istihdam fonları (ÇTTH, KEY) gibi, sosyal işlev yerine mali işlevin öncelikli görülmesiydi. Bu mali işlev başlangıçta iki düzeyde tasarlanmıştı: Bir: İSF'de biriken fonların kamu borçlanması için önemli bir kaynak oluşturması, bu arada kamu iç borçlanma vadelerini uzatırken faiz maliyetlerini de düşürmesi. İki: IMF'ye verilen taahhütler doğrultusunda kamu kesiminin birincil fazla (veya faiz dışı fazla) hesabını iyileştirmesi (bu iyileştirme, MG'e oranla yılda yüzde yarım dolayında gerçekleşmiştir).

Dolayısıyla İSF'nin asıl işlevinin başlangıçtan itibaren işsizliğin sigortasını oluşturmaktan ziyade kamu finansman gereksinimlerini karşılamak olduğu açıktı. Bunu sayıların diliyle de gösterebiliriz: 2015 sonu itibariyle 93 milyar TL olan toplam fon varlığının yüzde 91,4'ü uzun vadeli kuponlu devlet tahvillerinde, yüzde 1,1'i kuponsuz tahvillerde, yüzde 7,6'sının da mevduat hesaplarında tutulmaktadır.

2000-2015 arasındaki birikimli Fon gelirleri (prim kesintileri artı bunların nemaları) 128,7 milyar TL'yi buluyordu. Ancak bunun sadece 10,6 milyar TL'si işsizlik ödeneği olarak ödenmişti; yani Fona toplam girişlerin sadece yüzde 8,2'si kadarı!! (Bu arada sıkça yapılan bir hata, Fon gelirleri ile varlığının karıştırılmasıdır. Nitekim 15 Şubat 2016 tarihli Cumhuriyet'te "93 milyarın 10 milyarı işsize" haber başlığı yanlıştır. 93 milyar Fon varlığıdır yani 15 yılın gelir-gider bakiyesidir. Aslında bu karışıklığı yaratan da Fon gelirlerini sadece son 5 yıl itibariyle veren İşkur'dan başkası değildir).

Fonun toplam harcamaları aslında (128,7-93,1=) 35,6 milyar TL'yi bulmuştur. İşsize ayrılan bunun 10,6 milyarıdır. Aradaki fark nereye gitmiştir? İlkönce, AKP Hükümetleri döneminde Fona mali amaçla el koymanın yeni bir yöntemi daha yürürlüğe konulmuştur: 2008'den itibaren GAP gerekçe gösterilerek İSF'den Bütçeye "Ekonomik Kalkınma ve Sosyal Gelişme Gideri" payları aktarılmaya başlamıştır. 2013'te son bulana kadar bu payların toplamı 13 milyar TL'yi bulmuştur. Yani Fonun işsizlik ödenekleri toplamını aşmıştır! Ayrıca İSF işveren payı muafiyetleri üzerinden sermayeye bol kepçe teşvik yağdırılmaktadır. Bu arada "Aktif işgücü programları" altında gösterilen harcama kalemi de giderek kabarmaktadır: Bu kaleme sadece 2015 yılı için ayrılan kaynak 3.026 milyon TL olurken, işsizlik ödeneği kalemi 2.199 milyon TL'de kalmaktadır!

Resmi işsiz sayısının 3 milyonun üzerinde olduğu bir ülkede 14 yılda sadece 4,3 milyon işsizin Fondan yararlanabilmiş olmasının da gösterdiği gibi, işçiler için biriken parada herkesin gözü vardır. Bu herkes, sermaye ve maliye (siyasi iktidar) birlikteliğinden ibarettir. Bu nedenle de İSF kaynaklarına hakim olma mücadelesi işçi sınıfının gündeminin birinci sırasında yer almak zorundadır.

İSF modeli üzerinden kurgulanmaya çalışılan bir Kıdem Tazminatı Fonu tasarımına da aynı nedenlerle karşı durulmalıdır.