İflah olmaz liberaller

Kişilerle işimiz yok. Ama bazen bir kurumsal yapıya egemen olan anlayışı en iyi bazı kişiler tarif ettiği için onlardan başlamak gerekli oluyor. Eski AİHM yargıcı ve CHP milletvekili, değerli dönem arkadaşım Rıza Türmen referandum kampanyası süresince doğru uyarılar içeren birçok yazı yazdı, görüş belirtti. Referandum sonrasında 20 Nisan tarihli Hürriyet’e AİHM başvurusu üzerine yaptığı uzunca hukuki değerlendirme de bu kapsamdaydı. Ancak 21 Nisan 2017 tarihli Cumhuriyet’te “Olaylar ve Görüşler” sayfasına yazdığı “Hayır, en büyük umut” makalesi, bizim yazımızın başlığındaki nitelemeyi haklı kılacak bir uzlaşmacı iyimserliğin kapılarını hâlâ sonuna kadar zorlamak istiyor.

Türmen’e göre referandumda ortaya çıkan “demokrasi blokuna çok iş düşecek. Bir yandan yeni hegemonyanın baskılarına, demokrasiyle bağdaşmayan keyfi davranışlarına örgütlü bir biçimde karşı koyarken, öte yandan çatışmaya değil uzlaşmaya dayanan yeni bir demokratik Türkiye’nin mümkün olduğunu, böyle bir seçeneğin bulunduğunu topluma göstermek gerekiyor”. Bu iktidarın 'yeni bir demokratik Türkiye' konusunda uzlaşmaya zorlanabileceğini varsaymak için belki de sınırsız bir iyimserlikten ötesi de söz konusu olabilir. İçerik analizini derinleştirmek için biraz daha alıntı yapalım:

Halkoylaması sonrasında Türkiye’de bölünmüşlüğün ortadan kaldırılması, bir toplumsal uzlaşı sağlanması isteniyorsa, üzerinde durulması gereken konu yeni bir anayasa. Gerek Meclis’in 24. dönem anayasa uzlaşma komisyonu çalışmalarında, gerek bu dönem yapılan toplantılarda yeni bir anayasa yapılmasının önündeki en büyük engel AKP'nin başkanlık önerisiydi. 16 Nisan halkoylamasıyla bu engel kalktı. Ancak kabul edilen anayasa değişiklikleri, yeni bir anayasa değil. Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesiyle sınırlı. Oysa Türkiye’nin 12 Eylül anayasası yerine geçecek yeni bir demokratik anayasaya gereksinimi var. Yeni bir anayasa için siyasal partiler arasındaki görüşmelerin, sivil toplumun da katılmasıyla yeniden başlaması, 16 Nisan halkoylamasıyla iyice belirginleşen toplumsal gerginliğin tırmanmasını önleyecek, toplumsal uzlaşı sağlanması yolunda yeni bir fırsat doğuracak. (…) Yeni bir anayasa görüşmeleri, 16 Nisan’da kabul edilen anayasa değişikliklerinin yeniden ele alınarak sistemin sivri yanlarının yumuşatılmasına ve üzerinde bir uzlaşma sağlanmasına da yol açabilir.

Şimdi bu alıntıyı yorumlamadan önce iktidarın bütün bu özverilere niçin yanaşacağını görelim. Yazıya göre özetle üç nedenle:

(i) ‘Toplumsal gerginliğin tırmanmasını önlemek’,

(ii) ‘yüzde 2,5’luk oy farkının kendisi için doğurduğu meşruiyet sorununu aşmak’ (!);

(iii) ‘dış politikada içine düştüğü yalnızlıktan kurtulmak’…

Bu üç gerekçe ‘üflesen yıkılacak’ türden. Bir, AKP bugüne kadar sadece gerginlikten ve çatışmadan beslendi, hatta yokken yarattı; iki, teokratik bir otokrasiyi inşa sürecindeki bir radikal İslamcı hareketin ‘demokratik meşruiyet’ gibi ayak bağlarıyla işi hiç olmadı (tramvay metaforu bunu 23 yıl önce ifşa etmişti); üç, AB YSK kararı kesinleştikten sonra fazla bekletmeksizin Malta toplantısında "her ülkenin kendi yönetim sistemini belirleme hakkına saygı duyduğunu" (bu bir ‘bon pour l’Orient’ -‘Doğu için uygundur’- standardıdır ve çok da aşağılayıcıdır aslında) ve "Türkiye istiyorsa kapının açık olduğunu" (yani 'yalancı-müzakere' sürecinin sürdürülebileceğini) beyan etti. Çünkü, AB için Türkiye ekonomik çıkar alanı olarak, mültecilerde ve terör saldırılarında tampon ülke olarak, nihayet uluslararası siyasette başka kamplara terkedilmemesi gereken ülke kategorisinde olarak önemlidir. Sonuçta içeriğinden ve liderinden memnun olmasalar da ‘AKP demokrasisi veya diktatoryası’ için üçüncü sınıf ülke standardı geçerli olur ve gözlerini bu rejimin aşırılıklarına büyük ölçüde kapatırlar ama içlerine de almazlar. (Kaldı ki, gazetecilerin bir bölümünün serbest bırakılması ve yeni bir çözüm sürecinin başlatılması karşılığında AB'nin Erdoğan'a ve AKP'ye yeniden ihtiyatlı bir kredi açacağına kimsenin kuşkusu olmamalıdır).

Türmen'den yapılan uzun alıntı vahim değerlendirme hataları içeriyor ama üzerinde uzunca durulması gerekmiyor. Sadece şu kadarını söyleyelim: ‘Anayasa değişikliklerinin sadece bazı maddelerle sınırlı’ olduğunu düşünmek bir hukukçu/siyasetçi kimliği için fazlasıyla naif kaçıyor. Anayasanın 70’den fazla maddesine dokunmakla kalmayıp siyasi rejimi altüst eden ve artık erkler ayrılığına son verdiği için gerçek bir anayasa olma hükmünü dahi yitirmiş olan bir metnin ‘sivri yanlarını yumuşatarak’ iyileştirmek niyetini sergilemek, bizim açımızdan herhangi bir anlamlandırma sınırları içinde olamıyor. (1982 anayasası iyileştirilebilirdi ve bu yapılmıştır; ama 2017 anayasası "yumuşatılamaz"). AKP iktidar hegemonyasına sahipken onunla hâlâ ‘demokratik bir uzlaşma anayasası’ yapılabileceğine inanmak acaba başka bir muhakeme tarzını mı gösteriyor? 24. Dönemde AKP ile ortak anayasa komisyonuna -başkanlık önerisi gelene kadar- katılmak, hatta izleyen dönemde de yeniden buna girişmek aynı uzlaşmacılığın uzantısındaydı. Ama bunlardan ders almamakta direnmek, hatta 16 Nisan halkoylaması sonrasında “yeni bir anayasa yapılmasının önündeki en büyük engel kalktı” diyerek adeta başkancı sistemi hayırhah bir yolaçıcı olarak değerlendirmek, başka niyetlerin varlığına işaret eder. 24. Dönemden itibaren CHP temsilcileri içinde de tartışma konusu olan, ama HDP'nin özellikle ısrarcı olduğu, vatandaşlık tanımı, yeni idari yapılanma, devletin dili ve sonuçta değiştirilemez ilk üç maddenin de kapsanacağı bir yeni anayasa fikri mi depreşiyor sorusu haklı olarak gündeme gelir.

***

Geçen haftaki yazımızda üç olası tehlikeye ve yanılgıya işaret etmiştik. Bunlardan birincisi ‘ılımlı ve uzlaşmacı muhalefet ısrarı’ idi; ikincisi, ‘içinden geçilen dönemi sıradanlaştırmak ve AKP’nin diktatorya inşasının alt-hukukunu oluşturma sürecini Meclis faaliyetleriyle meşrulaştırmak’ idi; üçüncüsü, 16 Nisan 2017’nin türdeş olmayan toplam muhalefetinin korunabileceği faraziyesiyle 2019 seçimlerine dönük iddia geliştirmek, onun üzerinden muhalif seçmeni yatıştırmak ve oyalamak’ idi. Türmen’in yaklaşımı bu üçünü birden içinde barındırmakta, hatta gayri-meşru başkancı rejimle yeni bir anayasa yapımına girişme önerisini getirerek daha da ileri gitmektedir. Peki bu tamamen münferit/tekil bir öneri midir?

Kürt siyasi hareketi içinden de şimdiden ‘Başkanlık meselesi geride kaldı, oraya kilitlenmeyelim; kendi gündemimize dönelim. Erdoğan istediğini aldıktan sonra çözüm masasına oturmaya niyetliyse veya şartlar bunu zorlarsa, buna niye hayır diyelim. Türkiye’deki siyasi rejim meselesi bizim için ikincil plandadır. Kaldı ki, başkanlık rejimi işimizi kolaylaştıracak yeni idari bölgesel yapılanmaların önünü de -yeni anayasa değişiklikleri gerektirmeden- açmaktadır; ama yeni bir anayasa yapılacaksa orada da sözümüzün olmasını neden istemeyelim’ mealinde düşünüldüğünü gösteren işaretler var. Bu konuda görüş beyan edenlerden Ahmet Türk’ün yalnız olmadığını ve bu eğilimin giderek ağırlık kazanacağını beklemek Türkiye pratiğinde çok mu siyaset dışıdır?

Öte yandan AKP ile diktatorya inşa sürecinin alt hukukunu oluşturacak yasalara (bu arada Meclis iç tüzüğünün yeniden yazımına) dolaylı meşruiyet kazandırdıktan sonra (eğer böyle bir süreç yaşanırsa), CHP'deki uzlaşmacı ve liberal anlayışların (bazı ödünler karşılığında) yeni bir anayasa girişimine ikna edilmesine ne kadar mesafe kalacaktır? Ama Türkiye gerçekleri bakımından bunun tam bir boşa kürek çekme girişiminden ibaret kalma olasılığı yüksektir.

Tıpkı, liberalizmin varyantları içinde oradan oraya savrulurken toplumun önüne gerçek bir alternatif koymayı ve iktidara meydan okumayı beceremeyen anamuhalefetin de boşa kürek çekmesi gibi. Bazen ülkenin önünü açmak için Partinin önünü açmak da şart olabilir.

***

Post Scriptum: Bu yazıyı tamamladığımız sırada ortaya çıkan bir gelişme yeni bir perde açacak gibi görünüyor. CHP'nin bir önceki Genel Başkanının dün akşam bir TV kanalında 'mevcut CHP Genel Başkanı 2019 cumhurbaşkanlığı seçimi için adaylığını şimdiden açıklamazsa, CHP'nin cumhurbaşkanı adayının tüm üyelerin katılımıyla şimdiden belirlenmesi ve bunun aynı zamanda CHP genel başkanı olarak da seçilmesi' önerisi, dikkatleri Parti içi mücadeleye çekecek görünüyor. Gerçi bu öneri kendisini çok sıkıştırırsa mevcut Genel Başkanın 2019 için cumhurbaşkanlığı adaylığını şimdiden açıklayarak iki yıllık bir zaman kazanması mümkün gibi gözükebilir, ama Parti tabanından seçimli kurultay taleplerinin yükselmesini de kesemeyebilir. Öte yandan, Türkiye'de hâlâ meşru bir seçim yapılabilirmiş ve 2017 denklemi 2019'a kadar korunabilirmiş gibi davranmanın, son iki hafta ve bugün dikkati çekmeye çalıştığımız tehlikenin hafife alındığını gösterdiğini kaydedelim.