Hesap kesilecek mi?

Başlığın ilk çağrışımı bugünkü "siyasi iktidarın hesabı kesilecek mi?" şeklinde olmuştur mutlaka. Ben de olsam öyle düşünürdüm çünkü. Ama herkesin kendi hesabı var.

AKP'nin Iğdır Milletvekili adayı Tutulmaz'a bakarsanız (dünkü BirGün), "yanımızda olmayanların hesabı 25 Haziran günü kesilecektir" şeklinde farklı bir hesap kesme tarifi veriyor. "AKP, yanında yer alanlara vefasını gösterecektir" eklemesiyle de sopanın yanına bir de havuç ekliyor. Yani iktidar kendini konsolide ederse, Tutulmaz'ı ve partisini kimse tutamayacak, zemberek boşalacakmış gibi görünüyor... 

Bunu hafife almamak gerek. 14 Haziran'da Suruç'ta AKP'ye oy vermeyeceğini beyan eden esnafa yapılan silahlı zorbalık ve güvenlik güçlerinin gözleri önünde Hastanede gerçekleştirilen iki infaz, neyle karşı karşıya olduğumuzun kanlı bir provası gibiydi. Olaydan sonra baba ve iki oğlunu katledenlerden hiçbirinin koğuşturulmaması da devlet organlarının topyekûn terör uyguladığını gösteriyor.

Siz bakmayın yerli otokratın seçimlerden sonra "OHAL'i kaldırmayı düşünebileceğini" söylemek zorunda kalmasına. Bir kere "gerekirse tekrar ilan ederiz" lafını hemen eklediği gibi, üç aylık süre sonuna kadar OHAL'in zaten korunacağını açıkladı. Bunun anlamı şudur: Eğer otokrat ve ittifakı kazanırsa, kısa bir OHAL'siz dönem sonunda, yerel seçimlere de OHAL koşullarında gidileceği kesin gibidir. 

Kaldı ki, eğer otokrat ve ittifakı kazanırsa mesele yalnızca OHAL'e bağlı olmaktan çıkacaktır. Yeni rejimin teokratik bir otokrasiden başka birşey olabileceğini düşünen var mı? Bugünleri aratacak bir rejim sıkılaştırmasına gitmek durumunda da olacaklardır. Bu, sadece süreci hızlandırmaya dönük bir ihtiyaçtan değil, bugünlerde içine düştükleri çaresizliğe bir daha düşmemek ve toplumun daha bilinçli kesimlerinin tutamayacakları tepkilerini (veya potansiyel tepkilerini) baskılamak açısından da kendini dayatacak gözüküyor.

Amacım bir korku iklimi yaratmak değil; tam tersine AKP-RTE'li bir devam seçeneğinin nelere yol açabileceğinin altını bir kez daha çizmek... Seçim öncesi iktidar cenahından gelen kışkırtmaları, horozlanmaları, sınır ötesi operasyonlara can simidi gibi sarılmaları nihai bir can çekişmenin tezahürleri olarak da görebilirsiniz. Tıpkı, tehditler yanında servis edilen vaadlerde el yükseltmelerin, 16 yıl boyunca yokedilen "demokrasi"nin bile bir vaat olarak tedavüle sokulmasının da bir çaresizlik çırpınışı olarak okunabileceği gibi. 

Ama bu çaresizlik çırpınışlarının siyasi iktidar açısından bir çareye kapı aralamasının engellenmesi de şart. Bu nedenle hem otokratın hem de Meclis çoğunluğunun hesabının kesilmesi gerekiyor. Bu hesap, yalnızca 24 Haziran ve 8 Temmuz'da seçim kazanmakla görülemez. Ama bu müthiş bir yeni başlangıç olur. Devamının da getirilmesi gerekiyor. Bugünkü muhalefet yapısından beklenebilecek olumlu adımlar kısa erimde dış politikayla, baskıcı olmayan güvenlik politikalarıyla, yolsuzluk çarklarının kısmen de olsa hemen kırılmasıyla, bazı sosyal politika uygulamalarıyla; orta erimde yönetsel yapının ve yargı yapısının güçler yığılmasından kurtarılmasıyla sınırlı kalsa bile bunları bugünkü gidişatın tersine çevrilmesi (hiç olmazsa durdurulması) bakımından önemli saymak durumundayız. Daha fazlasını izleyen dönemdeki toplumsal talepler ve sınıfsal mücadeleler belirleyecektir.

***

Peki seçimleri kazanma koşulları oluşmuş mudur? Bizce oluşmuştur. Ekonomi bakımından tam oluşmuştur denilemez belki; bu yılın Kasım ayında veya önümüzdeki yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde ekonominin kötü gidişi, küçülen ve belki de eksiye dönen ekonomik büyüme ile artan işsizlik ve daha çok bozulan diğer ekonomik göstergeler nedeniyle daha fazla açığa çıkmış olacaktı. Zaten biraz da bunun için seçimler aşırı erkene alınmamış mıydı? Ama buna rağmen, döviz kurlarındaki, faizlerdeki, altın fiyatlarındaki, fiyat enflasyonundaki hızlı tırmanış geniş kitlelerde 'ekonomi kötüye gidiyor' algısını şimdiden oluşturmuştur. 

Soru şudur: AKP seçmeninin yüzde kaçı bunu mevcut iktidarın ekonomiyi kötü yönetimine veya daha önemlisi 16 yıldır izlenen emek karşıtı ekonomik politikalara bağlayacaktır? Oraya bağlasa bile, dini muhafazakarlık ve adamcılıktan (Tayyipçilikten) kurtulup oyunu değiştirebilecek midir? 'AKP'yi kıskanan dış güçler komplo kuruyor' zokasını yutmaya gönüllü müdür? Muhalefetin daha iyisini yapabileceğini düşünmekte midir? Dolayısıyla ekonomik krizden medet ummak her zaman çalışmaz. (Ama unutmayalım, 2009 yerel seçimleri ekonomik küçülmenin tam ortasında yapılmış ve AKP oyları 2007'deki genel seçimlerindeki yüzde 46,6'dan yüzde 38,8'e gerilemişti).

***

AKP'nin 16 yıllık iktidar serüveni bir konuyu tekrar tekrar düşünmeyi ve baştan tartışmayı beraberinde getirmektedir. Cehalet ve yoksulluk denizinde demokrasi olur mu? 

Cehalet eğer her türlü dini ve milli duygunun istismarına açık olunmasını, olgular/olaylar arasında ilişki kurma becerisine sahip olunmamasını (analitik düşünce yoksunluğunu), kişiye tapınmanın ana eğilim olmasını, yalanlara biat edilmesini veya kandırılmaya teşne olunmasını içeriyorsa, demokratik ve özgür seçim hakkı bunun neresine sığıyor? Burada sadece Türkiye toplumunu kastetmediğimiz anlaşılmıştır herhalde. Gelişmiş toplumların sadece 20. yüzyıldaki değil 21. yüzyıldaki seçim tercihlerine bakıldığında da oldukça benzer teşhisleri yapabilme olanağı bulunabiliyor.

Cehaletin iktidara yaramayan tarafları da var. AKP seçmeni, AKP'nin Suriye-Irak politikasının çıkmazlarını ve çelişkilerini anlayarak iktidara buradan eleştiri yöneltecek düzeyde olmayabilir ama aynı seçmen iktidar sözcülerinin Cerablus, Afrin, Kandil, şimdi de Menbiç'e ilişkin sahte böbürlenmelerini de kale almıyor. Bunun, onun gündelik yaşamıyla bir ilişkisini -aile bir şehit vermediği sürece- göremiyor çünkü. Zaten bu seçmenin çoğu, adı geçen mahalleri haritada bile gösterecek durumda değil. O nedenle seçime bir hafta kala acilen gündeme sokulan Menbiç de hiçbir etki yaratamıyor. 

***

Eğer AKP ittifakı 24 Haziran'da Meclis çoğunluğunu yitirirse, ikinci tura kalacak bir cumhurbaşkanlığı seçiminden otokratın sağ salim çıkması pek güç olacaktır. Zaten onun şimdiye kadar kullandığı "Cumhurbaşkanı-Meclis uyumu" argümanı da artık onun aleyhine çalışmaya başlayacaktır. 

Kitlelerin umuda ekmek, su kadar gereksinimi vardır. 24 Haziran ve 8 Temmuz akşamlarında böyle bir umudu yeşertmek ve kitlelerin özgüveninin yeniden oluşmasını sağlamak üzere...