Hedef laiklik

Entellektüel kapasitesi sınırlı ama gericilik kapasitesi sınırsız bir avuç radikal İslamcı, uygun iç ve dış koşullar eşliğinde, merkez sağ seçmeni de arkasına alarak, Cumhuriyeti ele geçirme ve dinci bir rejime dönüştürme misyonlarında bir hayli mesafe aldılar.  

Ama hakkını verelim, bu akım Cumhuriyetin başından beri vardı; 1950'lerde ve 60'larda esas olarak sağ partiler içinde  faaliyetteydi; 1960'lar ve 70'lerde "komünizmle mücadele derneklerinde ve gençlik teşkilatlarında (MTTB örneği tek değildi) örgütlendi; ilk kez 1970'lerde bağımsız siyasi partileşmesiyle iktidar deneyimleri yaşadı; 1994 yerel seçimlerinde büyükşehirleri ele geçirdi (İstanbul ve Ankara bir daha geri alınamadı ve onlara 2000'lerde çok sayıda yenisi eklendi); 1995 seçimleri sonrasında ilk kez Başbakan çıkarabildi. Yani 2002 koşulları birdenbire ortaya çıkmadı.

Ayrıca 1980 darbesinin belirleyici etkileri ihmal edilmemeli. Sadece Evren'in elinde Kuran'la miting miting dolaşması imgesi üzerinden değil; solun ve işçi sınıfının baskılanması ile dinci ve etnik örgütlenmelere geniş koridorlar açılması üzerinden değerlendirilmeli. 1970'lerde solun ve sendikal mücadelenin büyümesi, 1977'de en düzgün gelir dağılımı düzeyinin elde edilmesinde büyük pay sahibiydi. Sermaye, emekçi kesimlerin sınıf bilincinin bu hızlı yükselişinin önünün, sadece 24 Ocak Kararları ve bunu destekleyen askeri darbeyle kalıcı olarak kesilemeyeceğinin farkındaydı. Dünyevi eşitsizlikleri veri kabul eden yeni bir ideolojik yüklenme gerekiyordu ve bunun mayası zaten toplumda mevcuttu. Kısacası, işçilerin militan sendikalaşması yerine militan dincileşmesinin ikame edildiği yeni bir kültür yapısının inşa edilmesi gerekiyordu.

Ancak 1980'lerde bu misyon yarım kaldı. 1989'dan itibaren emek kesimi geçmiş 10 yılın kayıplarını geri alabileceği bir mücadele dinamizmi yakaladı. 1990'larda siyasi coğrafya parçalanmış, koalisyonlar dönemi açılmış, ancak aşırı sağ (dinci ve milliyetçi sağ) güçlenmişti. İşçi sınıfının ekonomik mücadeleleri yeniden çıkış yapmıştı, ancak aşırı sağ partilerin çekim alanına gittikçe daha fazla girerek.

Toplumun ama özellikle işçi sınıfının dincileştirilmesi projesi, 1980'lerde yarım kalmış, ama 1990'larda ideolojik altyapısı önemli ölçüde hazırlanmış ve nihayet 2000'lerde de tamamlanma fırsatı bulmuştu. 2002 seçimleri, neoliberal birikim modelinin Türkiye tarzının tükendiği dönemeçti. Geleneksel merkez sağ ve sol, artık sistemin sömürü ilişkilerinin meşrulaştırılmasını sağlayıcı siyasi rolü oynayamaz durumdaydı. 1994'ten itibaren merkezi iktidarı hedefleyen, dış güçlerce de "ılımlı İslam" adayı olarak parlatılan parti, 2001 kriziyle hazırlanan koşullarda bu hedefine ulaşacaktı.

***

Rejimin dincileştirilmesi hemen gerçekleştirilmedi. Bunun birinci evresi, kurbağanın yavaş yavaş ısıtılan suda kaynatılmasıydı. Buna rağmen haklarını yemeyelim, aslında ta başından (1994'ten beri) herşeyi açık açık söylemişlerdi. Ama gene de "ele geçirme" sürecinin fazla göze batmaması için, hareket kendisini "vesayet kırıcı" olarak pazarlamayı bildi ve bu sahte misyona bel bağlayan liberallerle (bunların doğrudan çıkar ilişkisi içinde olmayanlarına "yararlı salaklar" diyenler de var) ve sermayenin bütün kesimleriyle ("laik" denilenler dahil) ittifak yapmayı ihmal etmedi.  AB ödünleri ve özelleştirmeler üzerinden dış çevrelerin desteğini de garantiledi.

İkinci evre olan 2007-2011 döneminde, çeşitli fırsatları kullanarak  kurumların ele geçirilmesi ve iktidarın konsolidasyonu sağlama alındı. Bu dönem, yargının silah olarak kullanıldığı, dış destekleri de olan, büyük tazgahların uygulamaya geçirildiği dönemdi. Dincileştirmenin yolu iyice açılmıştı.

Üçüncü evrede, önce 2011-2013'te, AKP-Cemaat işbirliğiyle 4+4+4 sistemi dayatılarak eğitimde dincileşmenin altyapısı sağlamlaştırıldı, Gezi Direnişine birlikte karşı duruldu. Suriye'de cihatçı ayaklanmaların hamiliği rolüne soyunuldu. Ancak 2013 yılının ikinci kırılması Cemaatin 17-25 Aralık operasyonuyla oldu. Sonra 2014 ve devamında Cemaatin eğitim alanında ve vakıf-dernek gibi örgütlenmelerinde oynadığı rolü devralacak kendi yapılarını harekete geçirme dönemi yaşandı. Örtülü ödenekler devasa boyutlara ulaştı.

2015 Haziran seçimleri de bir kırılmaydı. Ama PKK ile tırmandırılan savaş üzerinden aşıldı. Dincilik yanında artık milliyetçilik (hatta ırkçılık) bayrağı da aynı ellerde birleşmişti. Rejimin kırılganlıklarının aşılabilmesi için, artık Anayasa değişikliği gibi daha ileri hamlelere ihtiyaç vardı. Bu, dördüncü evreydi.

***

Bu evrede, laiklik tartışmasına Meclis Başkanının bodoslamadan girmesi iyi oldu. Bugüne kadar "laiklik tehlikede değildir" diyenler, iktidarın rejim karşıtlığının nereye kadar gidebileceği konusunda tereddütleri olanlar açısından, bir tür "kurbağanın kaynar suya atılması etkisi" yaptı.

İktidarın Kahraman üzerinden toplumun tepkilerini test etmiş olup olmadığı ikincil önemdedir. Bu testten sonra, laikliğin özünü değil lafzını korumanın hala gerekli olduğu ve aldatmacanın bunun üzerinden bir süre daha sürdürülmesinin şart olduğunu görmüş olmaları da ikincil önemdedir. Bundan böyle neyin kavgasının nasıl yapılacağı konusunda artık net bir hat belirmiştir. "Laiklik zaten yoktu ki", "zaten tasfiye edilmişti ki" gibi  pozisyon alışların da, olmayan bir şeyin kavgası verilemeyeceğinden, artık terkedilmesi gerekecektir.

İktidar partisi bugünkü Anayasadan çok daha geri bir Anayasa yapmanın peşine düşmüşse; dine, bir siyasi araç olmaktan fazlasını yüklemek, Anayasayı ve kurumları dine göre tarif etmek istemekteyse; kendi rejmini oluşturmanın önündeki laiklikle ilgili ayakbağlarını bütünüyle ayıklamak peşindeyse, ona geçit vermemek de bizim önceliğimiz olmak zorundadır. Kuşkusuz, bugünkü Anayasa'da tanımlanan laikliğin çok daha ilerisini hedeflemek koşuluyla. Kuşkusuz, dinin bir tahakküm aracı olarak kullanılmasına bütünüyle son verecek yeni bir düzeni de hedeflemek koşuluyla.


Not: Laiklik-laiklikler tartışmasına bir sonraki yazımızda döneceğiz. Şimdilik, Ergin Yıldızoğlu'nun BirGün Gazetesi 1 Mayıs 2016 Pazar Eki'ndeki "Laiklik mutlaka savunulmalıdır!" yazısına gönderiyoruz. Kuşkusuz, temel bir kaynak olarak Özgür Şen'in "Türkiye'de laiklik ve sol" başlıklı kitabını da elimizin altında tutarak.