Diyarbakır buluşmasının anlamı

Diyarbakır buluşmasının birinci boyutu, Erdoğan-Davutoğlu’nun gözükara ve tahripkar dış politikasıyla girilen zincirleme açmazlardan kurtulmak için yeni dış ilişkiler geliştirme mecburiyetidir. Mısır ve Suriye’den daha kolay sonuç alınacak ülke Irak’tır ve bu ülkedeki ekonomik çıkarlar bütünü daha acildir. Erdoğan Barzani ile buluşurken, Bağdat ile kurulacak ilişkiyi peşinen dengeleme hesabındadır. Bağdat ile ilişkileri yeniden düzene koymaya mecbur kalınmaktadır çünkü Bağdat’ı “by-pass” ederek Erbil ile ilişkileri daha fazla geliştirmenin sınırlarına gelinmiştir. Bağdat temaslarını daha ileriye taşımadan önce de Barzani’ye dolaylı bir güvence verilmek istenmekte, Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin sırtından Bağdat’la ilişki geliştirmeyeceği hem Erbil’e hem de Bağdat’a duyurulmaktadır.

Barzani’nin de bu davete çok istekli olmasını ise (i) Bağdat ile yeniden geliştirmeye mecbur kaldığı ilişkilerinde Türkiye’nin desteğine olan ihtiyacı (ii) bu desteğin sürekliliği karşılığında PKK hareketini (en azından seçim süreçlerinde) AKP ile uzlaşmacı bir çizgide tutmaya etki etmeyi lehinde görmesi (iii) PKK’nın gücünü sınırlayarak KDP-PKK güç çekişmesinde avantaj elde etme hesabı (iv) PYD ile kapışmasında Türkiye’nin desteğini sürekli güvenceye alma gayreti üzerinden okumak gerekir.

Bütün bu yeni mecburiyetlerin arkasında ABD istemleri olduğu zaten kamuoyunun bilgisi dahilindedir dolayısıyla Diyarbakır buluşmasının da ABD onayının dışında gerçekleştiği söylenemez.

* * *
Buluşmanın Erdoğan açısından ikinci boyutu içe dönüktür. Erdoğan, Barzani üzerinden Türkiye’deki Kürt siyasetine mesaj vermek istemektedir. Barzani’nin Ortadoğu’da ve dünyada olduğu kadar Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde de dikkate alınması gereken bir itibarı vardır. Barzani-Öcalan ilişkilerindeki gerginlik, hem potansiyel liderlik çekişmesi, hem de Kuzey Suriye bölgesi ve PYD konusundaki çekişmenin ürünüdür. Daha da ötesinde, İran PJAK hareketinde bile PKK etkisinin daha baskın oluşundandır. Bu çekişmeler, Erbil’de toplanması planlanan Kürt Ulusal Konferansı’na katılacak delegelerin ağırlıklarının belirlenmesine de yansımış ve bu konferans iki kez ertelenmiştir.

Öte yandan Erdoğan çizgisinin, “30 Eylül Demokratikleşme Paketi”nin PKK ve KCK’da yarattığı hayal kırıklığıyla başetmesi ve Öcalan’ın devre dışı bırakılmamasını da sağlaması gerekiyordu. Erdoğan, Barzani buluşması üzerinden Türkiye’deki Kürt siyasetine sadece seçim süreçlerinde silahlı yolu denememesi mesajını vermemekte, aynı zamanda siyasetini bundan böyle sürekli olarak ılımlılaştırma sinyalleri yollamaktadır. Bu hamleye karşı PKK’nın rahatsızlığı açıkça görülmektedir. BDP yönetimi ise bölünmüş gözükmekle birlikte, Barzani’nin Tayyip’in oyununu oynamasından rahatsızlık duyanlar BDP’de hakim grubu oluşturmaktadır. Barzani’ye alışılmadık biçimde aleni eleştiri yöneltebilmeleri ve karşılamayı çok sınırlı tutmaları da bunu gösteriyor.

PKK-KCK-BDP çizgisinin, Öcalan’ın tarihsel liderliğine karşı çıkmamakla birlikte, İmralı’da MİT üzerinden götürülen müzakerelere mesafeli tavır almaya başladıkları da kimsenin meçhulü değildir.

Erdoğan, iki seçimin yaşanacağı ve kendi kaderinin de oylanabileceği 2014 yılı yaklaşırken, yeniden “bölgede itibarı olan devlet adamı” sıfatını kazanmaya çalışıyor. Bu oyunu iç kamuoyu yanında dünya kamuoyuna da oynuyor. Bu operasyonun dünya kamuoyu açısından Tayyip’in itibarını değilse bile, kullanma vadesini uzatmak yönünde etki etmesi beklenebilir.

AKP’nin “çözüm” meselesini şovlarla sürdürme ve içi boş paketlerle bölgedeki kamuoyunu oyalama stratejisini devam ettirdiği görülmekte. Buluşma için Diyarbakır’ın seçilmesi de gösterinin bir parçasıdır. Hukuk sisteminin ve diplomatik ciddiyetin hiçe sayılması pahasına gerçekleştirilen bu tür şovların Habur’daki çadır mahkemeleriyle olan benzerliği açıktır. Bunlar, kalıcı çözümün önünü açan değil yolunu tıkayan tutarsız ve seçime endeksli fırsatçı politikalardır. Barzani’nin Erdoğan’ın seçim hesaplarına alet olması ise kendi çaresizliğini de açığa vuran talihsiz bir durumdur.

Cumhuriyet tarihinde bir ilk olarak, anamuhalefet partisinin iktidara dış politikada izlemesi gereken akıl ve mantık yolunu Bağdat, Mısır ve Suriye ziyaretleriyle doğrudan dış politika yapıcılığına girişerek göstermek zorunda kalmış olması ise AKP dış politikası açısından talihsiz bir durumdur.