Dış politikada yeni kaymalar mı?

Seçimlerin bitişini izleyen ikinci haftada AKP üst zevatı soluğu ABD'de almış, Cumhurbaşkanının muhtemelen "en kalbî" selamlarıyla ilettiği mesajlarını ABD yetkilileriyle paylaşmıştı. Hatta, oralarda yaptığı ekonomi sunumundan dolayı "üstün övgülere" mazhar olmuş Damat Bakan, Trump'ın "huzuruna" dahi kabul edilmiş ve 'bir bakanın ABD Başkanı tarafından kabulü görülmüş şey değil' yorumuyla yandaş medya tarafından bu kabul 'bir itibar zirvesi' muamelesi görmüştü. İlgili Bakanın bu "kabul"ün sözde rantını bugün bile kullanmak istediği anlaşılıyor: "ABD Başkanı Trump'ın benimle görüşmesini üzerime alınmıyorum. Trump'ın hem ülkemize hem Cumhurbaşkanımıza duyduğu muhabetten ötürü olduğunu düşünüyorum" (Cumhuriyet, 13 Mayıs 2019).

Bu konuda değerli hariciyecilerimizden farklı görüşler dinledim: ABD Başkanının başka ülkelerin bakanlarıyla resmi temas yapmaları istisnai bir durum sayılmaz; ancak onları kabul ederken kendi memurlarıyla görüşüyormuş gibi çalışma masasının arz koltuğuna oturtulmaları, işte bu görülmüş şey değildir ve özü itibariyle aşağılayıcıdır, yorumunu aldım. Bu muameleye maruz kalmayı bir övünç vesilesi yapmak, bu arada da zaman zaman 'hiç kimse Türkiye'ye bir sömürge eyaleti muamelesi yapamaz' diyerek boş atışlar yapmak, hatırı sayılır çelişkilerdendir. Ama bundan daha önemlisi şudur: Trump RTE'nin damat bakanını gerçekten neden kabul etmiştir? "Hem ülkemize hem Cumhurbaşkanımıza duyduğu muhabetten ötürü" mü gerçekten?

Ama önce resmi tamamlayalım: Damat bakanla aynı hafta Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın ile Milli Savunma Bakanı Akar'ın da ABD'de arz-ı endam edip Türkiye'nin NATO'ya bağlılığını/ NATO'daki önemini vurgulamalarını ve S-400'ler ile gerilen ilişkileri yumuşatma çabalarını eklemek gerekir. 16 Nisan'da Sol Portal'da yayınlanan "Kırılmalar" başlıklı yazımızda, S-400'ler konusundaki ikna çabalarını, "AKP'nin yutamayacağı kadar büyük bir lokma ısırmış olabileceğini akla getirmekte" şeklinde değerlendirmiştik.

Şimdi soruya dönelim: Trump'ın RTE'nin damadını kabulü, karşılığında birşeyler alacağına dair ön bilgilendirmeler olmaksızın pek mümkün gözükmüyor. RTE'nin mesajlarının ne olduğu medyaya yansıtılmadı. Ama tahmin yürütmek zor mu? Uluslararası ilişkilerin doğası gereği, ekonomide, iç ve dış politikada alabildiğine sıkışmış bir otokrattan ödünler alabilmek -güçler ayrılığı çalışan ve iyi kötü işleyen demokratik mekanizmaları olan bir ülkeye kıyasla-  her zaman daha kolaydır. (Örneğin 1 Mart 2003 Tezkeresi'ne ret kararı, AKP lideri henüz tüm siyasetin üzerine çökmediği bir dönemde alınabilmişti). Peki hangi ödünler verilmiş olabilir? Meselenin görünür merkezinde S-400 ve F-35 konularının olduğu anlaşılıyor. AKP'nin S-400 konusunda geri adım atma hazırlıkları içinde olduğunu tahmin etmek zor sayılmaz. Boşa gidecek milyar dolar (ki bir bölümü Rus hibesiydi) mertebesinde kaynağın, AKP yöneticilerinin cebinden çıkmadığı sürece "lafı olmaz" denilebilir. Doğrudur ama halka kılıfına uygun takdimi gerekecektir ve bu da 23 Haziran'dan önce olamayacaktır.

S-400 konusunda geri adım atılacağının iki dolaylı işareti daha var. Birincisi, Trump'ın Temmuz'da bir Türkiye ziyaretine hazırlandığına dair duyumlardır. Böyle bir ziyaret gerçekleşecekse Trump bunun karşılığında hazırlığı yapılmış konularda ABD lehine sonuç almadan dönmeyecektir. İkincisi, AKP'nin S-400 ve Suriye konularında çizgisini ABD'ninkine yaklaştıracağı izlenimini (veya istihbaratını) edinmemiş olsa, Rusya'nın son haftalarda Suriye Devleti ile birlikte İdlib üzerindeki askeri baskısını arttırması beklenemezdi. Özellikle de S-400'lerin sözde teslim tarihi olan Temmuz'a sadece iki ay kalmışken...

Aslında Türkiye'nin ABD ve Rusya ile olan ilişkilerinde S-400 meselesini aşan boyutlar olduğunu düşünmek gerekir. Suriye'nin kuzeyinde güvenlik koridoru/ bölgesi, SDG devletinin nasıl kurulacağı, Suriye'nin toprak bütünlüğü, İran'ın hem Suriye hem bölge bağlamında nüfuzu, İran'a dönük ambargolar ve bunun üzerinden Türkiye'ye baskılar, Karadeniz'i NATO güçlerinin operasyon alanına dönüştürme baskıları, Doğu Akdeniz'deki enerji kaynaklarının bölüşümü, vs.

Güvenlik koridoru konusu Türkiye'nin talebi olduğu için masada. Böyle bir koridorun TSK denetiminde tesisi meselesi üzerinden ABD ile pazarlık yürütmek, aslında Türkiye açısından olabilecek en kötü pazarlık pozisyonudur. Bu duruma sadece başlangıç hataları sonucunda düşüldüğünü saptamak da eksik kalır; çünkü bugün bile hem Türkiye hem de SDG/PYD/YPG güçleri açısından ABD ile değil Suriye Devleti ile anlaşarak Suriye'nin gelecek yolunu çizmeleri en kalıcı çözüm olacaktır. SDG vd. emperyalizme sırtını dayayarak siyasi bir güç olma hayalleri kurmaktan vazgeçmeyeceklerse, bu onların sorunudur; ama Türkiye yanlışta ısrar edemez, emperyalizmin bölge çıkarlarına alet olamaz.

Öte yandan, ABD açısından öncelikli konu,  Türkiye ile yaşadığı geçici S-400 sorunu değil, kendisinin ve İsrail'in himayesi altında kalıcı bir Kürt devleti meselesinin güvenceye alınmasıdır. AKP devleti, önceliklerini böyle tanımlamış bir hegemon güçle eğer bir koridor pazarlığına oturursa, belki ABD'nin çoktan vermeye razı olduğu bazı ödünleri alıyormuş gibi görünebilir. Kendi iç kamuoyunu tatmin açısından, "onurlu bir geri çekilişin" sözde tavizini koparmış gibi yapabilir. Ama bunlar gerçeklerin üzerini örtemeyecektir. Kaldı ki, Rusya ile yeniden bozulabilecek ilişkilerin onarımı bu defa kolay olmayacaktır. Ayrıca Rusya ve Suriye Devleti'nin sahadaki üstünlükleri, muhtemelen denklemin ABD'nin istediği şekilde kurulmasına da izin vermeyecektir.

***

ABD ile AKP arasında 23 Haziran öncesinde kapalı kapılar ardında uzlaşmaya varılırsa, bunun İstanbul seçimlerini etkileyebileceğini düşünmek gerekecektir. Çünkü, böyle bir uzlaşmanın AKP'nin SDG devletine ilişkin bazı adımlar atmasını (en azından temasların sürdürülmesi güvencesini) içermesi beklenebilecektir.  El altından pazarlanacak bu ilişki setinin, İstanbul'daki Kürt kökenli seçmenin oylarına en azından kısmen yansıması hesabı yapılabilecektir.

Kendi kişisel ve siyasi bekalarını herşeye öncelikli görenlerin girmeyeceği kalıp yoktur. Ama inişe geçişi tescillenmiş olan bir siyasi hareketin belini tekrar doğrultabilmesi için uygun kalıplar da henüz icat edilebilmiş değildir.