'Darbe girişimi, Allah'ın lütfu'

Başlıktaki tespit Tayyip Erdoğan’a ait. Dolayısıyla önemli görülmeli. Gerçi bunu, "YAŞ sırasında orduda önemli temizlik yapacaktık, şimdi daha kapsamlı yapacağız" bağlamında söylüyor ama şimdi artık yüksek yargı, üniversiteler dâhil bütün kurumlara teşmil edildiğini biliyoruz. Üstelik tasfiyelerin "sürgün tayinler" gibi geçici çözümlerle değil kamu görevinden uzaklaştırılma (hatta, eğer tutuklanmamışsa, mesleğini yapmaktan men etme) gibi radikal biçimlerde yapılabildiğini görüyoruz. (On üç bini aşkın kamu görevlisi şimdiden hallaç pamuğu gibi atıldı. Listeler önceden hazır olmadan bu yapılabilir miydi? Bunların hepsi Fethullahçı mıydı?)

Peki, bu darbe fiyaskosunun AKP rejiminin eline bazı bulunmaz fırsatlar vermesine ve belki de kendi rejimini inşa sürecine büyük bir ivme kazandırabilecek olmasına bakarak, bizzat iktidarın tezgâhladığı bir tiyatrodan bahsedebilir miyiz? Bu kolaycı yorumların cazibesine kapılanlar olduğu görülüyor. 2002-2012 döneminde iktidarı birlikte fetheden, yollarındaki bütün dikenleri (cumhuriyetçi kurumlar, ilkeler ve aydınları) birlikte tasfiye eden AKP-Cemaat yoldaşlığının, daha sonra kendi içinde bir iktidar kavgasına tutuşmasını ve bunun şiddet içeren bütün tezahürlerini (bu arada iktidarın YAŞ ve yargı üzerinden başlattığı son kuşatma sürecini) yok sayan bir yaklaşım açısından komplo teorilerinin dayanılmaz cazibesi olacağı yadsınamaz. Tasfiyeyi daha radikalleştirmek için kendi aleyhine bir darbe girişimi başlatmanın bütün öngörülemeyecek risklerini göze almayı dahi önemsizleştiren bu tür bir açıklama tarzı çok sorunludur.

Bu saptamayı yaptıktan sonra, gene de “kalkışmanın” iktidarı ve TSK komutasını bu kadar hazırlıksız yakalamasının şaşırtıcı olduğu söylenmelidir. 112 general ve amiralin gözaltına alındığı, 61’inin tutuklandığı bir darbe girişimi sonrasında, bir önceki Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in dün televizyonlara çıkıp Cemaatin bu denli yayılmış olması karşısında şaşkınlığını açıklamasına bakılırsa veya 16.30’da haber alınan bir darbe girişiminin nasıl olup da önlenemediği ve en tepedeki dört komutanın kendilerini dahi koruyacak önlemleri alamadığına, düğün törenlerine katıldığına bakılırsa, TSK’nın sadece istihbarat bakımından değil genel anlamda da (en hafifinden söylenecek olursa) bir çözülüş yaşadığını görmemek mümkün değil.

Bu çözülüşte AKP dönemi tahribatının etkisinin çok güçlü olduğu ilk elde vurgulanmalıdır. Anayasanın 6. maddesine temelden aykırı bir biçimde egemenlik kullanımına ortak ettiği bir paralel yapı ile birlikte davranarak kendi ordusuna kumpas kuran, cumhuriyetçi ordu kadrolarının asılsız iddianamelerle tasfiyesine önayak olan veya seyirci kalan ve Cemaatçi askeri kadroların hiyerarşide yükselmesinin önünü açan bir iktidar yapılanması, bugün eski tarz bir “üçüncü dünya” ülkesi görüntüsünün yaratılmasında ve 232 kişinin yaşamını yitirmesinde sorumluluk sahibidir. (Özellikle de Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davaları sonucunda tasfiye edilenler yerine generalliğe yükselenlerin rolüne dikkat edilmelidir; nitekim darbe girişiminin tepe omurgası tuğgenerallere dayanmaktadır ve bunların hepsi de AKP döneminin ürünüdür; hatta çoğu 2013 Şurasının generalleridir).

Dolayısıyla çözülüş TSK veya emniyet güçleriyle sınırlı değildir, hatta yargı ve diğer kurumlarla da sınırlı değildir; Türkiye’de devlet yapılanması çözülmektedir. Rejim yıkmaktan daha zor olanı yeni bir rejim kurmaktır; bunun siyasi-hukuki meşruiyetini yaratmaktır. AKP’nin tıkandığı yer burasıdır. Esasen Cemaat ile iktidar kapışmasının temelinde de kısmen bu vardır.

***

Gelelim “kalkışma” sonrasına… Tüm kartlar yeniden karılmış gözükmektedir.

Birincisi, iktidarın yeni rejim inşasında elinin güçlenmiş olduğu hem doğrudur hem de yanıltıcı da olabilir. İktidar, karşısındaki cepheyi genişletmemek için projesini biraz yavaşlatmaya veya -daha düşük olasılıkla- köşelerini yumuşatmaya yönelebilir. Bunun arkasındaki daha belirleyici neden, istediği temizlikleri yapmaya ve yeni darbe olasılıklarını bertaraf etmeye yoğunlaşmak önceliği olabilir. Çünkü RTE ve iktidarın korkusu bitmiş değildir. Aynı ideolojinin hizipleri oldukları için Cemaatçileri son ferdine kadar deşifre etmek mümkün olmayabilecektir.

Öte yandan, mevcut sistemin içinden gördüğü destekler de (muhalefet partileri, merkez medya, hükümete sadık kalmış TSK çoğunluğu, vs.), iktidarın, ittifaklarını tazeleyerek yeniden güç toplamasına fırsat olarak görülebilir. (Nitekim Meclis’te çatışmalı konuları geri çekerek 14 yıldır ilk kez ‘anlayışlı/uzlaşmacı’ bir iktidar rolüne soyunmuştur).

Ancak RTE ve AKP’nin, önünde sonunda, otokratik yönelişi pekiştirmekten başka çaresinin olmadığını da öngörmek gerekir.

İkincisi, Gezi Direnişi sırasında Dolmabahçe ve Kabataş komplolarına ve halkı kin ve nefrete tahrik etmesine rağmen istediği sonucu alamayan (“evlerinde zor tutuyorum” dediği kitlelerini sokağa dökemeyen) iktidar bloğunun (o zaman Cemaat de aynı telden çalmıştı), bu defa kitleleri hareketlendirme yeteneğini kazandığı görülmektedir. Üstelik bu defa camileri de oyuna dâhil etmeyi “başararak”… Tabii bunun sonuçları olmuştur ve olacaktır: Sıradan faşizm sahneye geniş bir kadroyla çıkmıştır. (Henüz tam kadro değildir, herkesi sokağa dökemediler). Denetimsiz kitlelerin toplumu tek biçimli bir kalıba sokma provaları, iktidarın arzuladığından daha hızlı ve iyice kontrolden çıkacak bir biçimde yapılmaya kalkılırsa, şimdilik frene basılarak yeni bir toplumsal/siyasal konsensüs arayışı gibi pazarlanabilir. Muhalefete buradan da (yani mütehakkim bir konumdan) barış çubuğu uzatılabilir.

Üçüncüsü, bundan böyle oyunun kuralları değişecektir: -Emniyet güçlerine ağır silahlar verilmesi sürecinin hızlandırılması; -RTE için özel operasyon gücü oluşturulması; -İdari, adli, askeri (emniyet dâhil), akademik yapılanmada hukuk dışı tasarrufların çoğaltılması beklenmelidir.

***

Eski ortakların her iki tarafı da emperyalizmin yönlendirmelerinden bağımsız değildir. AKP’nin iktidara gelişi de ABD’nin Ortadoğu planlarından bağımsız değildir. Kuşkusuz F. Gülen hareketinin bu konuda ipi açık ara önde göğüsleyecek olması, cumhuriyetçi, yurtsever ve sosyalistleri kötüler arasında bir seçim yapmaya zorlayamaz.  AKP hükümetinin AKP devletine dönüşmesi için her türlü desteği veren eski yol arkadaşı “hizmet hareketi”, tasfiye öncesi son bir huruç harekâtına girişerek AKP’ye son bir hizmet daha sunarken, AKP otokrasisinin değirmenine su taşımak muhalefet partilerinin açık ara uzak durmaları gereken bir konumlanmadır.

Muhalefet eğer darbeye karşı duruşunu, bu darbeye zemin hazırlayan AKP yönetim tazına karşı da oluşturmaya yani AKP dönemini sanık sandalyesine oturtmaya hazırlanmazsa, önümüzdeki sürecin edilgen tarafını oluşturmaya devam edecek; arkasına kitle baskısını alan (veya bunu bahane eden) iktidarın hamlelerine karşı iyice çaresiz kalacaktır.

Tekrarda yarar var: AKP’nin darbe istismarı üzerinden hukuk dışına çıkışlarını sıradanlaştırıcı, kendi sivil darbesinin darbe hukukunu oluşturmada dayatmacı girişimlerine karşı ürkek savunma konumlarına demir atmak, mücadeleyi baştan kaybetmek anlamına gelecektir.