Bütçe hakkı

Oğuz Oyan'ın "Bütçe hakkı" başlıklı yazısı 10 Ocak 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Gelişmiş sanayi toplumlarında merkezi yönetimin ve hatta yerel yönetimlerin bütçeleri toplumun gündemindedir, bazen de merkezindedir. Çünkü geniş toplumsal kesimlerin demokratik kitle örgütleri, kamu harcamalarından daha fazla pay talep ederken bu harcamaların finansmanında kendilerine daha az yükümlülük düşmesinin mücadelesini verirler. Bu aslında “bütçe hakkı” mücadelesidir. Bu mücadele, siyasi düzlemde, parlamentoda, bu kitlelerin seçtikleri temsilcileri aracılığıyla verilir.

Kuşkusuz, toplumun hakim sınıfı da bu mücadelede karşı yönden taraftır. Hakim sınıf olmanın avantajı ile dar bir kitle tabanına sahip olmanın dezavantajı nedeniyle, “işlerini” (yani bütçe üzerindeki hakimiyet kurma işini), perde arkasından düşük profilde götürür veya medyadaki/parlamentodaki dolaysız/dolaylı sözcülerine yükler. Hakim sınıf, kendi payına “az vergisel yükümlülük-çok kamusal transfer” düşmesiyle yetinmek istemez, bu dengesizliği daha da büyütmeye çabalar böylece en azından emekçi sınıfların taleplerini dizginleyecek bir karşı ağırlık oluşturur. Düzen onun düzenidir ve çoğunlukla başarılı olur ama yükseliş konjonktürlerinde -emperyalizmin sağladığı dış artık ürünün genişlediği, birikimin iç talebe dönük olduğu ve içerde sınıf mücadelesinin kızıştığı dönemlerde (örneğin 1950 sonrasındaki çeyrek yüzyılda)- kısa/uzun vadeli gedikler açılmasına uyum gösterir.

Türkiye’de bütçeler AKP öncesinde ve özellikle de 1980 öncesinde bugün olduğundan daha fazla toplumsal ilginin ve taleplerin odağındaydı. Bu ilgi giderek azaldı. Azaldı, çünkü 24 Ocak ve 12 Eylül 1980 darbeleriyle demokratik kitle örgütleri ve sol örgütlenmeler ezildi hak arama talepleri dumura uğratıldı. 1980’lerin askeri zor kullanımı yoluyla kitleleri baskılama yönteminin etkileri geçmeden devreye sokulan yeni kitle kontrol düzenekleriyle, geniş toplumsal kesimlerin “bütçe hakkı” talepleri bu defa etnik ayrıştırmalarla bölünmeye ve dinci yükselişle de kanaatkarlık üzerinden terbiye edilmeye başlandı (halen de sürmekte).

Buna rağmen 1989-93 döneminde bahar eylemlerinden başlayarak toplumun ve siyasetin yeniden sahneye çıkışı engellenemedi. Ama 1990’larda bütçeler, Özal’ın başlattığı yoldan çıkılamadığı için, iç borçlanmaların faiz transfer mekanizmasına dönüştü, öyle ki dönem sonunda tüm vergiler borç faizlerine yetemez duruma geldi. Bu dönemde büyük sermaye, kârlılığını devlete borç vermek üzerinden sürdürdü, bir parazit (simbioz) ilişkisi yaratıldı.

2000’li yıllar IMF ve krizle açıldı, AKP-IMF ortaklığıyla sürdürüldü. 1990’ların bütçe krizi ve 2001 krizi kitleleri o kadar kötü etkilemişti ki, IMF reçeteleri ilaç gibi görüldü. AKP bütçeleri 2005-2008 döneminde düşük açıklar verebildi. Bunun nedeni, iç talep kaynaklı büyümenin beslediği dolaylı vergiler ile bu dönemdeki 27 milyar dolarlık rekor özelleştirme geliriydi. 2008 kriziyle birlikte özelleştirme gibi arızi gelirlerin bütçe açıklarının düşük tutulmasındaki rolü arttı: Vergi ve sigorta primi afları, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan bütçeye yüklü transferler, bedelli askerlik, 2/B arazilerinin satışı, yabancılara toprak satışı, yeni özelleştirme ve kamu-özel ortaklığı alanlarının açılması 2012’de olduğu gibi TCMB’nın kâr transferlerinin bütçeyi kurtarması, memur zamlarının dört ay ertelenmesi, kamu işçilerinin toplu sözleşmelerinin 2 yıl bekletilmesi gibi…

Anayasanın 73. maddesinin “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür” hükmüyle öngördüğü artan oranlı bir gelir vergisi sistemi kurulamadığı için, iktidarın sınıfsal ittifakları buna elvermediği için, bu konuda emek tabanlı bir mücadele verilemediği için, vs., ortam arızi gelirlere ve dolaylı vergilere kalmaktadır.

2013 bütçesi, “bütçe hakkı”na büyük bir saldırıyla açıldı. TBMM’ye sunulması gereken üç ayrı Sayıştay raporu sunulmadı. Anamuhalefetin eleştirilerine Başbakan yanıt bile vermedi. Bütün bunlar medyada haber konusu dahi olmadı. Peki böyle bir ortamda hangi bütçe hakkı? Sonuç: Kitlelerin bütçeleri yeniden yaygın hak taleplerinin merkezine yerleştirmeleri şarttır.

Not: 12 Ocak Cumartesi günü saat 12.00’de Ankara’da üniversitelilerin SBF’den Sakarya’ya yürüyüşünde buluşalım.