Bilimsel özgürlük ve üniversiteler

Türkiye'de her türlü özgürlüğün, başta düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere, büyük bir baskı altına alındığı günlerden geçiyoruz. Böyle bir ortamda "bilimsel özgürlük" alanının da bundan etkilenmemesi düşünülemez. Milli Eğitim Bakanı'nın açıkladığı son müfredat programı evrim kuramını içermeyen bir biyoloji dersinin topluma yutturulmasının canbazlıklarıyla meşgulken, Türkiye'de bilimin ileriye gitmesi beklenemez.

Ama Türkiye'de üniversiteleri yıllardır din-ticaret baskısı  altına alan, 10 yıldır tarikat/cemaat üniversitelerinin oluşturulmasına her türlü maddi/manevi desteği veren bir siyasal İslam yapılanmasından başka ne beklenebilirdi?

Bilimsel özgürlük alanı hem üniversite içinde hem de dışında büyük tehdit altındayken; üniversitelerin hem kendi iç ilişkilerinde hem de iktidara karşı ilişkilerinde gözetmeleri gereken kurumsal özerklik tarihe karışırken; iktidarın desteğiyle üniversitelere yuvalanmış cemaatçı yapılanmalarla hiçbir ilgisi olmayan üniversite öğretim elemanları ifade özgürlüğünü kullanmaktan dolayı kurumlarından uzaklaştırılırken, tüm bu gelişmelere seyirci kalan veya daha kötüsü açıkça destek veren üniversite yönetimlerinin tarihsel sorumluluklarını not ediyoruz.

Üniversitelerdeki bu kuşatılmışlığın, özgürlüklerde genel bir gerileme ortamına, din temelli bir tek adam rejiminin oluşturulmasına, OHAL koşullarında Anayasaya açıkça aykırı bir anayasa yapım sürecine denk düşmesi ve tüm bu baskılara toplumdan yükselen demokratik tepkilere pervasızca bir saldırganlıkla yanıt verilmesi, ayrıca kaygı vericidir. 

Kısmi ve dar kapsamlı değişiklikler diye geçiştirilmeye çalışılan Anayasa değişikliklerinin, Ali Rıza Aydın dostumuzun vurguladığı gibi, Anayasa’nın 23 maddesinde kısmi değişiklikler yapması, 10 maddesini tümüyle değiştirmesi, 5 maddesine ekleme yapması, 20 maddesinde çeşitli ibareleri çıkarması, 21 maddesini ise tümüyle yürürlükten kaldırması; özetle, 177 maddelik Anayasa’nın 79 maddesine müdahale etmesi; ve anayasal rejimi değiştiren, tek adama ısmarlama elbise gibi biçilen yeni anayasanın tek bir partinin mutfağında  pişirilerek Meclise ve topluma dayatılması, yeni rejimin nihai hukuksal zemininin hazırlanması anlamındadır.

İşte böyle bir ortamda 7 Ocak 2017 tarihinde çoğunluğunu üniversite öğretim elemanları derneklerinin oluşturduğu demokratik örgütlenmeler, "Bilimsel Özgürlük ve Üniversitenin Kurumsal Özerkliği" başlığı altında Ankara'da ortak bir çalıştay düzenleyerek ortak bir bildiri hazırlamayı ve genel sessizliğin içinde ortak bir ses olmayı başarmışlardır.

İşte o bildiri:

"Toplumların demokratik değerlerinin oluşumunda, ekonomik, sosyal, kültürel gelişimlerinin sürdürülmesinde bilimsel özgürlüğün ve üniversitelerin sağladığı bilgi ve düşünce birikiminin önemli bir yeri bulunduğuna kuşku yoktur.

Yüzyılların tarihsel gelişiminin de gösterdiği gibi uygarlığın temelinde olan Rönesans'ın ve Aydınlanma'nın kökeninde, bilim ve sanatın özgürlük alanlarının sürekli genişlemesinin yadsınamaz etkileri olmuştur. Bilim ve sanatın özgürleşmesi ile karşılıklı etkileşime giren ve dinsel ve siyasal baskılardan kurtuldukça aklın özgürleşmesine ve bilimsel ilerlemeye daha fazla katkı sunan üniversiteler de toplumların ileri yönlü deviniminde daha fazla belirleyici olmuşlardır.

Bugün de bilimsel özgürlüğün kısıtlanmadığı ve siyasal iktidarların uygun maddi destekleri sunmak dışında üniversitenin kurumsal özerkliğine müdahale etmediği toplumlarda, üniversiteler kendi ülkelerinin bilimsel ve teknolojik gelişmesinde öncü rolünü oynayabilmekte ve daha yüksek kalitede araştırma ortamı sunarken daha nitelikli mezunlar da vermektedirler.

Bu tarihsel sorumlulukların yerine getirilebilmesi için, düşünce ve ifade özgürlüğü, bilimsel özgürlük ile kurumsal özerklik, yükseköğretimin üzerinde yükselmesi gereken üç temel sütundur. 

Ne yazık ki ülkemizde yükseköğretimin bu üç temel sütunu da her geçen gün yeni düzenlemeler, uygulamalar ve müdahalelerle yıpratılmaktadır. Akademisyenler düşüncelerini özgürce açıklamak istediklerinde soruşturmalar ve görevden uzaklaştırmalarla baskı altına alınmakta; haklarında herhangi bir soruşturma dahi yapılmadan işlerine son verilmektedir. Birçok üniversite üst yönetimi de bu sorumluluğa ortak olmaktadır. Emeklilik haklarının kısıtlanmasına yönelik tasarruflara gidildiği için birçok öğretim üyesi yaş haddini beklemeden emekliliğini istemekte ve daha kapsamlı bir tasfiye süreci işletilmiş olmaktadır. Tüm bunlara ek olarak KHK düzenlemeleriyle yeni sınırlamalar getirilmekte, "Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı" kapsamındaki araştırma görevlileri Yükseköğretim Yasasının güvencesiz statüdeki 50/d kapsamına geçirilmekte; rektörlerin belirlenmesinde zaten yetersiz olan söz hakkı da öğretim üyelerinin ellerinden alınmaktadır. Böylelikle üniversiteler bilimsel yetkinlik yerine vasatlığın, özerklik yerine siyasi referansların prim yaptığı bir ortama sürüklenmektedir.

Ülkemizde bilim camiası, bilimsel özgürlük konusundaki hak ihlallerine ve üniversitenin kurumsal özerkliğinin ortadan kaldırılmasına karşı sesini yükseltirken yalnızca kendi varoluş koşullarını değil demokrasinin ve ülkemizin geleceğini de savunmaktadır."