“Allah Bizi Affetsin”

Yazılarımın başlıklarını artık RTE atıyor. İki hafta önceki “Darbe girişimi Allah’ın lütfu” veciz ifadesinden, 30 Temmuz 2016’da terennüm ettiği “Ciddi manada yanılgıya düşmüşüz; Allah bizi affetsin” başlığına geldik. Bu dava “Divan”a kalır mı bilmeyiz, ama yaptıklarının hesabını fani dünyada vermesini yeğleriz. (Eğer “yanılmışız” üzerinden bu fani dünyada yargılanmaktan kaçış mümkünse, o zaman darbeye ve silahlı eyleme katılmamış bütün Fethullahçıların aynı yoldan nedamet getirme hakları vardır).

14 yıldır iktidarın baş sorumlusu olan zatın, biri örtük ama gerçekleşmiş, diğeri açık ve silahlı ama başarısız iki darbede doğrudan ve dolaylı sorumluluğu varken işi Allah’a havale etmesi, kolay bir kaçış yolu gibi duruyor. Birinci darbe, örtük olanı, zamana yayılarak gerçekleştirildi. 2007-2013 dönemini kapsadı ve Ergenekon (+Oda Tv), Balyoz ve Casusluk davaları polis-yargı kumpası üzerinden (kuşkusuz TSK içindeki ihanet çetesinin de katkısıyla) götürüldü. “Bana bir savcı bulun” (Cumhurbaşkanı A. Gül) hamlesinden “ben bu davanın savcısıyım” (Başbakan RTE) angajmanına kadar kumpas işine tam gövde girildi. Şimdilerde “yanılmışız” kaçışıyla bundan öyle kolayca sıyrılmak mümkün mü?

Üstelik birinci darbe, şimdilerde hain denilenlerle birlikte iktidarın tüm imkânları kullanılarak yapılmışken… 2007-2013 darbesi, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, ordu tarafından değil orduya karşı yapılmıştı; daha doğrusu TSK’nın cumhuriyetçi ve daha bağımsızlıkçı kadrolarına karşı yapılmıştı. Bir iktidar, şimdilerde dış mihrakların güdümündeki “terör örgütü” olarak nitelediği bir yapıyla can-ciğer kuzu sarması konumunda kendi silahlı kuvvetlerinin en yurtsever subaylarına kumpas kurmuştu. Dış mihraklar, başta ABD, buna destek vermişti. (AB ve AB’ciler de “TSK vesayeti bitiyor” bağlamında manevi desteklerini esirgemediler). Özetle, AKP-Cemaat-ABD işbirliği ile TSK’ya ve muhalif aydınlara karşı düzmece iddianamelerle darbe yapılmıştı. Bu iş öyle kolayından Allah’a havale edilebilir mi?

Kaldı ki, 15 Temmuz girişimini mümkün kılan şey de, 2007-2013 örtük darbesinden başkası değildi. Yani birincisi olmadan ikincisi olamazdı. Biçilen subayların yerini Fethullahçılar veya onlara göz yumanlar (yani üç maymunu oynayanlar) doldurmasaydı, 15 Temmuz’un operasyon timleri oluşabilir miydi? Peki, 15 Temmuz’da hayatını kaybedenlerin hesabını kimlere soracağız? Sadece 15 Temmuz darbecilerine mi, yoksa 2007-2013 darbesinin tüm faillerine mi? Yani bu iş de Allah’a kalmaz.

***

Şimdi de AKP iktidarının 15 Temmuz darbe girişimine karşı başlattığı karşı-darbesi, kurumların ve insanların üzerinden silindir gibi geçmeye başladı. Hiçbir hukuki savunma hakkı tanımadan, Fethullahçılar yanına eser miktarda sol muhalefeti de katarak, hatta kamu çalışanlarının sadece AKP’sever olmamasına bakarak cadı avına çıkılmış durumda. Böyle sisli günlerin küçük karakterleri de (muhbirler) su yüzüne çıkmak için fırsat bulmuşlardır zaten.    

Askeri okulların kapatılması sadece bu okulların binalarının iktidar çevrelerinin doyumsuz rant iştahına kurban edilmesinden ibaret değildir. Eğer sadece binalarla sınırlı kalsaydık bile, burada asıl yok edilenin bir kurumsal bellek olduğunu görürdük. Ama gene de binalardan ziyade insan malzemesi önemlidir. Bir paralel yapıya devlet içinde örgütlenme olanaklarını vereceksin, Anayasaya aykırı olarak egemenliği paylaşacaksın, askeri okullara girişi denetim dışında bırakacaksın, sonra da sistemde sorunlar ortaya çıkınca bu okulları kapatmaya yöneleceksin. Türkiye’de trafik kazalarında ölenlerin yıllık ortalaması, iş kazaları ve tedhiş eylemlerinin yıllık can kayıpları toplamını aşıyor. Peki, ne yapalım? Araçları trafiğe çıkarmayalım, yolları trafiğe kapatalım mı? Dolayısıyla asıl mesele, bundan böyle askeri okulların işlevinin nasıl karşılanacağı meselesidir. Eğer, darbe fırsatçılığıyla bundan böyle subay/astsubay kaynaklarının büyük çoğunlukla imam-hatip kökenlilere dayandırılması isteniyorsa -ki buna şüphe yoktur- o zaman AKP’nin herhangi bir uzlaşmaya değil köprüleri iyice atmaya yöneldiğini anlamak gerekir. Karşısına TSK’dan çıkabilecek dirençleri artık yok etmiştir; muhalefet de direnç gösteremezse, ilerde sesini çıkarabileceği bir ortamı hiç bulamayacaktır.

RTE’nin kendine sempati toplamak için iki bini aşkın hakaret davasını geri çekme adımını bile “affettim” söylemi üzerinden sunabilmesi, toplumda gerçek bir barış aramadığının, yargının bağımsızlığına inanmadığının (sanki bütün davalar lehine sonuçlanacakmış gibi) yeni bir kanıtını oluşturmaktadır. Kaldı ki, davalar lehine sonuçlansaydı bile, bu, hakaret davalarına konu olanların haksız olduğunu veya kendisinden af dileyeceğini göstermezdi. Bu kibirli otokrat tavrı, RTE’nin darbeden sonra uzlaşmacı bir kişiliğe bürünmesini umanlara bir uyarı olabilir miydi? Ne yazık ki hayır, onlar “affetmeyi” büyük bir jest olarak yorumlamaya devam ettiler!

Peki ya Toplu Kışlası meselesini hortlatmayı? Gezi Direnişini Fetocu hareket olarak damgalamaya devam etmeyi ve uzlaşma yerine rövanş almayı (“içimde bir ukde olarak kaldı” lafı da RTE patentlidir) öne çıkarmasını? (Saray’a gittiğinde anamuhalefet lideri hiç olmazsa Topçu Kışlası için “sakın ha” demiş midir merak ediyoruz). Neyse ki, meydanlara sürdüğü partizanlarının basıncı altında muhalefeti de pasif destekçisi konumuna indirgemek, 7 Ağustos final mitingine muhalefet liderlerini de koltuğunun altına alarak gitmek isteyen RTE’ye galiba dün Binali Yıldırım üzerinden anamuhalefet lideri “hayır” yanıtı vermiş gözüküyor.

***

Ama bu kadarı yetmez. Kuvvetler ayrılığını tamamen ortadan kaldıran OHAL’e ve devlet ve TSK yapılanmasını altüst eden KHK’lere tam cepheden muhalefet etmeden olmaz. Cumhuriyetin tüm kurumlarını ve ilkelerini tasfiye eden/dönüştüren, laikliğe savaş açan bir iktidar türünün, darbe girişimi bahanesiyle kendine yeni bir meşruiyet zemini yaratarak tam gaz yeni yollar açmasına ürkek itirazlarla, uzlaşmacı muhalif tavırlarla karşı koymak yetmiyor.

RTE’nin yarım-ağız itiraf ettiği sorumluluğunun bedelinin Allah’a kalmayacağını dillendirmek öncelikle milletin yarısını temsil eden muhalefetin işi olmalı. Parlamenter sistemi korumak adına tüm milletin dolaylı temsilcisi olarak anamuhalefete daha da büyük sorumluluk düşüyor.

Bunun başlangıç noktasını da, itirafçı RTE başta olmak üzere paralel yapıya her istediğini veren tüm sorumlu AKP kadrolarının siyasetten çekilmesini talep etmek oluşturuyor. Eğer temizlik yapılacaksa, başlangıç noktası orasıdır.