1 Mayıs: Mücadele günü

Geçen yıl, 25 Nisan 2013’teki soL’daki yazımda “Taksim’de 1 Mayıs?” başlıklı bir yazı yazmış ve “alan tartışmalarına sıkışıp kalmak” üzerinden Taksim ısrarını eleştirmiştim. Bu eleştiriyi, iktidarın emek düşmanı uygulamalarına seyirci kalan, birinci önceliğini iktidarla uyumlu ilişkiler kurmaya veren, büyük bölümü de AKP sempatizanı olan Türk-İş yönetiminin ve özellikle o zamanki başkanı Mustafa Kumlu’nun, bir yandan emek hareketini içerden çürütürken diğer yandan da “1 Mayıs’ta Taksim’de olacağız” şeklindeki içeriksiz ve samimiyetsiz çıkışlarla kendilerini bir günlük 1 Mayıs kahramanlığı üzerinden aklama çabalarındaki çelişkiyi sergilemek için yapmıştım.

1 Mayıs 2013’te Taksim’de iktidarın uyguladığı şiddet ve buna karşı gösterilen kararlı kitlesel tepkiler, Türk-İş Başkanı ve yönetimi için yaptığım eleştirinin Taksim meydanı üzerinden yapılmasının haksız olduğunu göstermişti. 31 Mayıs 2013’te başlayan Taksim Gezi Direnişi bunu bir kez daha ve çok daha geniş ölçekte doğruladı.

Kitleler Taksim’in ruhuna hem geçmiş 1 Mayıs katliamlarının anısı adına, hem çevreyi ve kenti vandal bir iktidardan koruma bilinci adına, hem hukuki meşruiyetini yitirmiş bir iktidara sivil itaatsizlik adına, hem de Gezi Direnişi’nde ülkenin çeşitli yerlerinde polis şiddetiyle yaşamını yitiren veya kalıcı hasara uğrayan, bir bölümü de şimdilerde yargı şiddetiyle boğuşan mücadele arkadaşlarıyla dayanışma adına sahip çıkmak zorundadırlar.

Gezi olaylarında öldüresiye şiddet kullanmadan ülkeyi yönetemeyeceği anlaşılan AKP hükümetinin içine sürüklendiği meşruiyet krizi, 17 ve 25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları, bu kapsamda henüz 19 Aralık 2013’te dört bakanın istifaya zorlanması, daha sonra 24 Şubat 2014’te 17 Aralık gününde Başbakan ve oğlu arasındaki konuşmaların ses kayıtlarının açıklanmasıyla Başbakan ve ailesinin de yolsuzluğun tam göbeğinde olduğunun anlaşılması üzerine pekişmiştir.

Toplumun yarıdan fazlasının gözünde yolsuzluklarla ve genç/çocuk göstericilerin katledilmesiyle özdeşleştirilmiş böyle bir hükümetin bir an bile iktidarda kalmaması gerekirken, “darbe-uluslararası komplo” karşı saldırısı üzerinden iktidara tırnaklarını geçirmesinin gösterdiği şey, önümüzdeki dönemde baskıların olağanüstü boyutlara tırmanacağıdır. Kuşkusuz, iktidarın zorbalığı arttıkça tepkilerin şiddeti de artacaktır.

Şimdi 1 Mayıs 2014’te Taksim’i yeniden gösterilere/kutlamalara/anmalara kapatarak iktidar kanadı gücünü sınamak isteyenlere yeni bir gözdağı vermek, şiddet uygulamaktaki kararlılığını göstermek istemektedir. 30 Nisan günü İstanbul Valisi’ne söylettirilen “istihbari bilgiler doğrultusunda 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak riskli” klişesi, 1977’leri ve daha niceleri yaşamış bir toplum açısından, halkın can güvenliğini korumak yerine onu zımnen tehdit eden bir derin polis devleti üslubudur. Tıpkı “esnaf zarar görecek” gerekçesinde olduğu gibi, farazi nedenlerle bir özgürlüğün kullanımını sınırlama girişimidir.

Şimdiden, uyumlu göstericiler (Kadıköy) -uyumsuz göstericiler (Taksim) ikilemi yaratmanın adeta provasıdır. Türkiye’nin diğer illerinde birlikte eylem yapan emekçileri İstanbul’da bölme ve polis şiddetini ülke genelinde haklı gösterme operasyonudur.

Bu, “izin almadan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı”nın (Anayasa M.34), Ankara’da Kızılay’ın yasaklanmasında da olduğu gibi, kaba bir ihlalidir.

DİSK ve KESK’in başvurusu üzerine AİHM’nin 22.10.2012 tarihli kararıyla Taksim’in 1 Mayıs Alanı olduğuna hükmetmesinin hiçe sayılmasıdır.

Bu, meşruiyetini yitiren, çürüyen ve kendi şiddetiyle kendi sonunu hazırlayacak olan bir iktidarın tutacağı yoldur.

1 Mayıs İşçi ve Emekçilerin Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü, Taksim dahil bütün meydanlarda kutlanacaktır. Haydi meydanlara!