Yaslı Arabesk Nağmesinin Paslı Kesiği

Bakkaldan sinek ilacı sorduğunuzda, bakkal, ‘Hayırdır, neyi var, geçmiş olsun!’ derse, ne hâlde olursunuz? Bu benim hâlim işte öyle bir hâl!

Şimdi siz de ‘Hayırdır, ne var?’ diye, bilmediğiniz bir şeymiş gibi uzağa gitmeyin. Herkesin günü birlik (pardon günün her anı) çevresinde vızıldayan ‘arabesk belası’ndan söz ediyorum. Böyle bir derdi olmayanın hâlini bilmem. Ben derdinin farkında olanlardanım. Nasıl farkında olmayayım, vızıltısı, dırıltısı, görüntüsü, ruhtaki cızırtısı, gözdeki görüntüsü, dildeki zırıltısıyla şimdiye dek boğularak gebermediğime şükrediyorum. İlacı mı? Şahsen soracak makam daha bulamadım! Hangi makama baş vursam, hâlim, bakkala sinek ilacı sormaya gitmiş de bakkalın ‘Geçmiş olsun, neyi var!’ sorusuyla karşılaşmış adamın hâli! Tek avuntum, aynı derdin muzdaribi olanlarla hâl yarenliği! Şimdi yaptığım da o.

Baştan söylemeliyim: beni düşmanın saldırısından çok dostun düzey düşüklüğü korkutur. Hele ki bir de o ‘düzey’in övgüsüne muhatap olduysam. Sözgelimi, ruhumdan soluya soluya süzdüğüm şiirime birileri arabesk üfleyip piyasaya sürünce ne yapmalıyım? Derdimi yanacağım makamı söyleyin bana! Cinayeti işleyeni arıyorum, ‘Şiirini devrimcileştirdim!’ diyor. Sığınacağım dostlarımsa, bir de bakıyorum o arabesk üfürüğünü mırıldanmaya çoktan başlamış! Şu ‘devrimci protest müzik’ belasının harladığı ve devrimci değerlere üşüştüğü dönemde, ben bir ara ‘Kültür Keneleri’ diye bir yazı yazıp, şiirlerime arabesk nefesiyle bulaşanları mahkemeye verdim de başıma gelmeyen kalmadı. “Devrimci sanatçıları TC’ye ihbar” suçlamasından, İnsan Hakları Derneği yöneticilerinin “Devrimciler arasında bu kavga hoş değil, gel bu davadan vazgeç!” uyarısına kadar. Hakları gaspedilmiş kişi olarak asıl beni savunmaları gerekenler arabesk üfürükçülerinin ‘avukatı’ oluverdi. Evime hırsız girmiş, dava açmayıp da ne yapacaktım? Üstelik hırsız, şiirimin gün ışığı işlemesini söküp, yerini gaz lâmbası isiyle sıvamış, tezgahında ‘kızıl yıldız’ diye pazarlıyor! Yanlışlıkla eskici tezgahına düşmüş antika değeri olan mal da değil. Bizatihi deformasyon, sahtecilik, ‘çakma değer’! Yozluğun saldırısına uğramış mazlum bir şiir! Ben de ‘hasbelkader’ onun sahibiyim!

Antikacı dedim de aklıma geldi: bir gün devrimci bir kardeşimle konuşa konuşa giderken bir antikacı vitrininde gördüğüm aynaya bayıldım kaldım. Aynası çatlak ve kararmış, fakat çerçevesi sedef kakma, gümüş işleme. Dönemi ve ederini meraklanıp girdim dükkana. Osmanlı döneminden kalma ayna bin dolardı. Dükkandan çıktığımızda yanımdaki arkadaş, “Adam bizimle dalga mı geçti?” diye sordu. “Yok, gerçekten antika ve değerli bir ayna olduğu belli!” dediğimde, bu kez benim de kendisiyle dalga geçtiğimi düşünmüş olacak ki, “O kararmış aynanın bin dolarlık neyi var, baksan kendi yüzünü göremezsin?’ diye söylendi. “Onu alan, aynada kendine bakmak için değil, kendinde aynaya bakmak için alır!” dediğimde ise alay ettiğimi sanıp, küskünleşti. İhtiyacım olduğu hesabıyla, ertesi gün gidip bana bir ayna almış! Aynası pırıl pırıl, güzel gösteriyor ama çerçevesi arabesk. Plastikten geleneksel çini motifleriyle süslü. Alsam arabeske teslimiyet olacak, almasam o üzülecek! Arabesk mikrobu sadece nağmelerde mi oynaşır sandınız? Böyle, aynalardan bulaşanı da var!

Bir afişte görmüştüm: “Bir yoldaşımız daha şehitler kervanına katıldı!” yazıyordu. Kanıksama duygusuna bak, acıya nasıl sızmış! Mesajına sevineyim mi, üzüleyim mi, şaşırıp kalmıştım. Aynı grup, olaya ilişkin bildiride, ‘Biz acılarımızla koyun koyuna yatmasını biliriz!’ diyordu! Okuyunca, kendi kendime ‘Tam tersi be aslanım, acı yatma işi değil, kalkma işidir! Acımız, patlamamızın fitilidir. Bırak şimdi acılarımızı arabeske ayarlı uyutmayı beni fitil etme!’ diye söylenmekte haklı değil miydim? Ah, bu hakkı bir de o bildiriyi verene anlatabilseydim!

Acının ‘arabeskçe’si olur da, sevinmenin, hasretin, öfkenin, küskünlüğün, aşkın olmaz mı? ‘Arabesk Aşk Sözlüğü’ diye bir sözlük niye olmasın? ‘Arabesk argosu, arabesk değimleri’ gibi konular başlı başına kitap konularıdır. Meraklısına arasa daha ne konular çıkar: ‘arabesk takılar, takıntılar yılmalar, yıkıntılar arabesk yakınmalar arabesk izah, arabesk mizah’ diye saymaya başlasam sonu gelmez! Benim ömrüm yetmez, gençlere vasiyetimdir: yazsınlar! Şu vasiyetimde bile, ‘arabesk bir tortu’ olduğundan kuşku duyana ‘sayım suyum yok’ demem!

Arabesk, umudu ahrete havale eden ve dünyevi her derdi kadere bağlayan duanın ikizidir. Arabeskçi, bu ruhu ister keskin, ister küskün dile getirsin, fark etmez. Arabeskin keskinliği de küskünlüğü de tenekedendir. Arabeskle dövünenin ruhunda tabiki o yaslı nağmelerin kesikleri olacaktır. Buna ‘ruh tatanozu’ da diyebiliriz! Daha tehlikeli olansa, arabeskin toplumsal yapıdaki halksal, insani, devrimci değerlere yönelik paslı kesiğidir. Vay ki vay o topluma!

Halk, kuzusunu türlü renklerde kınalar. Ellerine kına yakar. Giysi, örtü, süslenme motifleri yöreden yöreye değişir. Bu türden bütün motiflerin anlamı vardır. Hayatla, üretimle, kültürle bağları vardır. Türküsünden ağıtına dek halk kültürü ve geleneksel halk motifleri arabesk değildir. Ama Cemil İpekçi baştan kıça arabesktir! Cherokee Jeep’li, Dior türbanlı yeni türeme zengin ‘hanım kızımız’ın umre hevesi, lacivert ojesi arabesktir. Straforla taklit yapı süsleri arabesktir. Köpüğü ‘mermer’, talaşı ‘mercan’, samanı ‘sedef’ diye çağırma ruhu başka ne olabilir? Mağaza girişine dikilen plastik palmiye, vitrindeki çırtlak yaldız kaplama arabesktir. Erotizmi pornografi diye algılayan anlayış da, pornografiyi erotizm diye algılayan anlayış da arabesk fıçısıdır. Karacaoğlan yetiştirmiş bir coğrafyada, ‘First Lady’ Hayrünnisa Hanım arabesktir. Bu yapılanmanın mimarı AKP arabeskin ağasıdır. Bu ağalığın ‘liberal sol’ dedikleri kâhyası, arabesk hizmetkârlığı ve yavşaklığının alâsı ve hasıdır. Zavallı Gencebay onların yanında zemzem suyuyla yıkanmış kalır! Aydınlanmayı, çağdaşlık ve uygarlaşmayı, insani değerleri, inceliği karanlıkla, kabalıkla sıvama ruhu arabeskten başka nedir? Yapaylık ve yalanın toplum gerçeği olarak sunulduğu her şeyde arabesk mikrobunu azdıran bir maya vardır. Pozitif enerjiyi pelteleştiren, negatif enerjiyi köpürten bir maya.

Öyle, arabeski nağme meselesiyle sınırlayıp, Gencebay’ı da hedef tahtası kılıverince iş bitmiyor. Birisi ona ‘yavşak’ der, diğeri onu diyene ‘elit’ der, 3. şahıs ‘tamam, iyi bir şey değil ama popüler kültürün bir unsuru, ben de dinliyorum ne olacak’ der tartışır dururlar. Bu arada laisizm iftar açma hoşafı haline gelmiştir cumhuriyetin zaten ıncık mıncık olmuş değercikleri de mangal külü gibi üfürülmüştür Darvin şeriat mahkemesine havele edilmiş, hakkında ‘Katli vâcip!’ fermanı verilmiştir cemaat polisiye işlere soyunmuş, ulema yargıç giysisiyle örtünmüştür! Üstelik, bütün bunlar için ‘gözlerin önünde, göz göre göre oldu!’ da diyemem çünkü bu değim bakar körler için değildir! Ve işte: nihayet ülkecek arabeskin hükümranlığı altındayız! Sosyalist kavga yetişmezse sırada hükümdarlık var! ‘Diktak dikta diktak’ diye duyulan hükümdar saatinin arabesk nağmesidir!

Yani, alkış ve yuh seslerinin duyulduğu sahada sadece Mozart’la Müslüm Baba mı karşılaşıyor? Sözgelimi, benim de taraftarı olduğum BJK’nın mahalle takımına yenildikten sonra, boynu bükük soyunma odasına dönerken Çarşı’nın açtığı “Biz seni sevinmek için sevmedik!” pankartında arabesk bir hüzün tortusu yok mu? Bu arabesk mikrobu öyle evcil bir mikrop mu ki, sadece türbinle çevrili sahada üresin? Hayatın her alanı onun üreme sahası değil mi? Maliyeyi duayla yönetmesiyle ünlü Bakan’ın zevcesi Ahsen Unakıtan Hanımefendilerine, rüyasında ‘Yüce Rabbin’ genizden bir sesle “Cleveland, Cleveland” diye fısıldaması Müslüm Baba’vâri bir arabesk peşrev değil miydi? Ya da Muallim Kezban Küçük Hanım’ın, Emniyet Müdürü sevgilisi tutuklandığında, yüzünde piyango vurmuş olmanın ‘tarifsiz sevinci’ ve ‘kaderin oyunu tarifsiz acısıyla’, kanal kanal dolaşıp, bu acılı sevinç bulamacı duygusunu, “Biz onunla ruh ikiziydik, sadece bakışırdık, asla kötü bir şey yapacağına inanmam!” diye dillendirişinde, ‘çürümüş kıymayla yoğrulmuş acılı kebap’ benzeri, bulantıya dönük bir arabesk kokuşmuşluğu yok muydu? Anlayacağınız, ‘iş’in asıl boyutu ‘nağmeler ötesi’ne uzanır! Mikrobun üreme sahası sınır tanımaz türdendir! Ben yine de, ‘kültür ve sanatın sınırları’nda kalarak devam edeyim: Arabeskin ‘özgünlüğü’nden dem vuran da var! Son derece ‘özgün’ bir ‘özgünlük tarifi’! Her şeyden biraz taklit ve aşırma malzemeyle pişirilen ‘özgün çorba’ tarifi gibi! Adını ‘özgün müzik, özgün resim, özgün tavır’ koysan ne yazar? Sığ, kirlenmiş, magazin, kozmopolit fakat ‘özgün’! Yani, eğri büğrü fakat düzgün! Eh, bazılarının hoşuna böylesi geliyor demek! Ne ‘bazısı’, çoğunluğun ‘hoşu’ bu!

Yaygınmış! Kur’an kursu ve okuması da yaygın. O da ‘popüler’ şimdi! Açıp herkes okusun, karşı değilim. Okusun da, duaya teslim olmak için değil, teslim almak için kader dayatmasına karşı zırhlanmak için okusun. Bilgili kişinin Kuran okuması ya da TV ye bakmasıyla, cahilin okuyup bakması bir mi? ‘Popüler kültür’müş! Buyrun o zaman, TV dizileri eşliğinde çoluk çocuk ailecek ‘Ruhumuzun gıdası Cenabıhak’tan Tanrı kulunu aç bırakmaz!’ diyerek Kuran okumaya!

Zıplayamayan tek memeli filmiş! Filin alınmasını istemem ama, arabesk müptelasını da pelte ruhuyla bu katagoride saymak gerekir. Çünkü, pelteleşmenin enerjisi esnemeye dönüktür.

Bir de arabeski ‘niyet’le açıklayan yok mu, ona tam gıcık oluyorum. ‘Niyeti kötü değil’miş! İyi niyetle öldürülmek bana daha azap verici geliyor. Düğüne çağırsalar, son derece iyi niyetle en önde, sahnenin dibinde yer veriyorlar. İyi niyetle kiraladıkları müzik grubu iyi niyetle başlıyor gümbürtüye. ‘Düğüne mi geldim, iyi niyetli keder denizinde boğulmaya mı’ diyecek hâlim de yok. Hücrede olsam, gardiyana yedi sülale küfür edeceğim, kaçmanın, dövüşmenin yolunu arayacağım. Arabesk düğünde ise ‘zıplayamayan memeli hayvan’ hâlindeyim! Hadi bu düğün! Bir de, sahne ve dekor hâli aynı olan ‘devrimci geceler’i düşünün. Ve de o geceleri sunmak için sahneye çağrıldığımı!

Taksiye bin, dikiz aynasından sarkıtılmış boncuk kılıflı muskadan, vitese sarılmış tesbihe kasaba gir, önlüğüyle kurban derisi reklâmı yapan türbanlı kızdan, kesilmiş kuzunun kıçına sokulmuş plastik güle kadar ev ziyaretine git, misafir odasının büfesindeki plastik bebek süslemesinden, yemek masasının çırtlak sarı altın yaldız işlemesine haberlere bak, Emine Hanım’ın Burberry eşarpı türban olarak bağlamasından, Tayyip Bey’in Rolex saatli kolunu ‘Allahın izniyle’ diye sallamasına kadar caddeye çık, lokantanın önündeki Osmanlı fesli çığırtkandan, vitrinde gözleme açan şalvarlı kadına kadar detone bir ruh bataklığında yüzmüyor muyuz yani? Bu toplumun, cemaatten ‘demokrasi’ bekleyenler gibi bir gerçekliği var da, arabeske teşnelik gibi bir gerçekliği yok mu?

Şu sigara var ya sigara, onun asıl derdini içen değil de içmeyen çekiyor. İçen zaten müptela, açıklaması var, keyf alıyor! İçmeyeninki çekilir dert değil. Hele ki fosur fosur içiciler arasında kalmışsa! ‘Arabeskle ne ilgisi var?’ demeyin! Kozmopolitliğe, sığlığa, zırıltıya, yozluğa allerjisi olan birinin, arabesk peltesi içinde yaşama zorunda kalması bundan pek mi farklı?

Kısacası: bendeniz, can hummasından ziyade ruh hummasından korkanlardanım. Yani hâlim kolaycana devasını bulacak hâl değil! ‘Hayırdır, ne var?’ diye sorup, derdimi daha da azdırmayın!