Yaptırımı Olmayan Ayrıcalıklı Sahtekârlık

Kimi meslekler var ki, yanılgıdan sahtekârlığa dek yanlışlığın hiçbir türünü kaldırmaz. Yaptırımı da ağırdır. Kimi meslekler var ki, yanılgıyı kaldırır yanlışlığın sahtekârlık boyutunda bağışlanmaz olur. Kimi meslekler var ki, yanılgıdan sahtekârlığa kadar, kendine bulduğu mazeret kabul görür! Uzatmayayım: kimisi de var ki, her türden yanlışı 'dokunulmazlık'zırhı altındadır. Yanlışı varlığının doğal sonucu, varlığı yanlışının doğal nedenidir. Zaten varlık nedeni de yalan ve sahtekârlığa dayalıdır.

Bir şöförü düşünün. Aracına bindiniz, ama şöför gideceği yolu bilmiyor. Yardımcı olursunuz. Siz de bilmiyorsanız, en fazla söylenirsiniz. İnersiniz. Aracına binen müşteriye, 'Gaz pedalı hangisiydi?' diye soran şöför zaten olmaz! Sağ eliyle sol kulağını gösteren çıkarsa uyarırsınız üstünüze sümküren çıkarsa azarlarsınız hırsızını, küstahını şikayet edersiniz...falan filan!

Ya da kasabı düşünün! Kuşbası istediniz, kurtlu kıyma vermiş! Manav, domates diye çürük biber doldurmuş! Bakkaldan aldığınız yoğurt küflü çıkmış! Yanılgıyı, dozuna göre hoşgörüyle karşılar, uyarıyla yetinirsiniz. Sahtekârlığı, dozuna göre yaptırıma dönük işleme koyabilirsiniz.

Ve her birinde, sahtekârlığa bir yaptırım vardır. Hani, başbakan falan gibi birilerinin sülalesinden olanlar hariç, sahtekârlık yapanı şikayet edebilirsiniz ve sahtekarlık mağduru yasal güvence altındadır. Toplum vicdanında da haklıdır.

Doktor yanlış teşhis koymuşsa, bunun yanılgı mı, sahtekârlık sonucu mu olduğuna bakıp, tavrınızı belirlersiniz. Yemeği bilerek üstünüze döken garsonun üstüne yürürsünüz...

Yanlışını gördüğünüz, hele ki , sahtekârlığına muhatap olduğunuz bakkala, doktora, kasaba falan, bir daha adım atmazsınız. Atana da 'Senin sorunun!' dersiniz. Hatta, 'Kendi düşen ağlamaz!' falan türünden anımsatmalar yaparsınız.

Kimilerinde ise, yanlış, yanılgıdan sahtekârlığa kadar her boyutta 'mübah'tır. Kuşkusuz ki akla ilk, varlığı yalan ve sahtekârlığa dayalı burjuva politikacıları ve onlara göbekten bağlı medya gelecektir. (Gerçi benimkine ilk papazlık-imamlık türü din bezirgânlığı işler geliyor ya!) Ama bunu söylediğimiz yerde kalmak, bize bulanık suyun derinliğini göstermez. Yanılgıdan sahtekârlığa kadar, yanlışları ve sahtekârlıkları 'dokunulmazlık zırhı' taşıyan bu 'ayrıcalıklı zümreler' özellikle de düşünce dünyasında azımsanmayacak orandadır.

Bu alanda, yalan ve sahtekârlığa bir yaptırım da yoktur. Zaten, kendi açılarından da, 'yaptıkları şeyde, bırakın yalan ve sahtekârlık boyutunu, yanılgının masum halleri bile yoktur. Her zaman her yaptıkları doğrudur. Haklı oluşlarını, yanlışsız oluşlarını savunma hünerinde, akrobatlar dahil, kimse bunlarla yarışamaz.

Bu öyle bir hünerdir ki, yanlışlarını 'kabul' edişleri bile, haklılıklarının perçini olma özelliği taşır! Sözgelimi, karanlık işler ve ilişkilerin, cinayet dahil her türünde bezi olan ünlü türkücü, 'En büyük hatam o kadına acımak ve yardım etmek oldu!' diyor. Bu haklı çıkma akrobatlığıyla, hangi akrobat yarışabilir? 'Acıma' ve 'yardımlaşma duygusu' gibi insani erdemlerin sahibi olmaya vurgu, daha savunmanın ilk adımında, yürek fethedicidir!

Sosyal demokrat lider, 'Hatamız iyi niyetimiz ve güvenmiş olmamızdır!' diyor. 'İyi niyetli' olmak ve 'güven duygusu' taşımak! Beyefendiyi hiçbir şekilde suçlayamazsınız!

Burjuvayla düşünsel, yapısal, ahlaksal göbek bağı olan medya, şampiyonluğu bu alanda da kimseye bırakmaz. Toplumu zehirleme körüğüdür. İçine doldurup topluma boşalttığı hava, yalan ve sahtekârlığın tam kaynağından eser. Üstelik 'Hatasız kul olmaz!' türünden arabesk afyonuyla!

Evet, hiçbir meslek, burjuva siyesetçisi ve medyası kadar, yalan ve sahtekârlığı 'suçsuzluk' örtüsüyle götüremez. Hiçbir mesleğin müşterisi, burjuva yapılanma ve medyasının müşterisi kadar, yalana ve sahtekârlığa tutkulu, bağlı, tutuklu değildir. (Din bezirgânlığı dışında!)

Fırıldakları her an her yöne esecek şekilde ayarlıdır. Enerji kaynakları farfaradır. Her adım bir öncekinin tekzibi babında ve fakat birbirine uyum içinde eklenerek hareket eder! Akrobat makrobat hak getire, şeytan gelip yarışa girse, yolda kalır!

Bu siyasetin en tiz sesini veren teller, yine 'sol' parmağa ayarlıdır! Halk adına konuşulur, mazlum için çalışılır, yoksul için dövüşülür! Demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik, barış, adalet söylemi eksik olmaz ağızlarının bir yanından. 'Bir yanından' diyorum, çünkü öte yanı, anti-komünizm sıvalıdır.

Eskiden bu kadar değildi yanlışı, yanılgıdan sahtekârlığa kadar 'dokulmazlık zırhı' altında gezinen meslek sahipleri şimdi çoğaldılar. Yani şu 'sol'cu (hatta 'marksist') hocalar!

Metin Çulhaoğlu, özellikle genç sol kesimi 'Her lafa inanmayın!' diye uyarıyor. Başka ne yapabilir? Karşıdaki sahtekâr, kasap, doktor, bakkal gibi, mağduru yasal güvence altındaki bir meslek değil ki! Dedim ya, (kimi kendi şahsına münhasır, çoğu sahibinin sesi) bu beyler, burjuva orkestrasının, telleri sol parmağa ayarlı çalgıları! Çatlak ses-fikir zehirlenmesine karşı halkı uyarmaktan, gerçeği tartmanın bilinçten başka tartısı olmadığını söylemekten öte çare var mı?

Baktım, bu hocalardan biri, bir dönem tam gaz savunduğu şu malûm Ergenekon Davası'nı 'gidişatı' nedeniyle eleştirmeye başlamış! Ama ne eleştirme! Tam gaz arka çıktığı günlerdeki halinin savunması, şimdiki eleştirisinin içinde gizli! 'Demokratikleşme için bir olanak yitmekte' imiş! Yanlışına böyle masumiyet kazandırma hüneri kasapta ya da bakkalda var mı?

Saydım: kırk yılda kırkbir zikzak çizmiş, her zikzakta, her biri birbirinden farklı fikir tütmüş, yine de, topluma hesap vermeden 'akıl hocalığını' sürdüren az insan yok. Bunların fikirden fikire dönme hızını santrala bağlasanız elektrik elde edilir! Hele ki, bazılarının 'pişkinliği' karşısında, sözün küfürden başka ifade gücü kalmıyor! Çoğu zeten hoca, profesör falan! Görüşten görüşe zıplarken hesap verme ahlâkları da yok. 'AKP karpuz gibi, dışı yeşil ama içi kırmızı halk hareketidir!' diye konuş, Tayyip'e ve AKP'sine 'demokratikleşme umudu' vurgusuyla bak, sonra, işin sarpa sardığını görünce, 'Uyarılarımızı dinlemediler, özelliklerini yitiriyorlar!' türünden 'çevir yanmasın' yap! 'Ben bir dönem halkı zehirledim! Artık bana inanmayın!' demelerini beklemiyorum, ama, en azından yanlışlarının hesabını vermeleri akademik ahlâk taşımanın ölçüsü değil midir? Gerçi benim görüşüm, gençliğin, halkın ufkuna kokuşmuş fikirler üfleyenlerin, kokmuş et satan kasaptan daha büyük suç işledikleri yönündedir. Şanslılar ki, insanları 'Her lafa inanmayın!' diye uyarmaktan başka çaremiz yok. Şimdilik...

Ben şahsen, sanatçı, yazar, şair kesiminde de yanlışını, 'bilinçsizliği, bilgisizliği, hayat bakışının sığlığı'yla falan açıklayan kimse görmedim. Her koşulda haklıdırlar ve eleştirileri içinde savunmaları gizlidir. Kendini solcu, devrimci diye niteleyen gencecik insan, bilmem ki hangi nedenle, hangi hesapla gidip şeriatçı kesimle ilişki kuruyor, onların yayınlarına, etkinliklerine bulaşıyor ya da gidiyor devletin hesaplarına alet oluyor. Kendisini uyaranı da 'dar bakışlı' olamakla suçluyor! Bir süre sonra, kafasını bir biçimde çarpıp dönüyor. Sor ki, yanlışlık onda değil, duvarda! Açıklamaları öyle çünkü. Kendine dönüp, 'Bende sığ, yanlış, eksik bir şey var, onu düzeltmeliyim!' demiyor. Duvara küfrediyor! Üstelik bizim de, ayrıca bir de kendisi için küfretmemizi isteyerek. Şöförlük, bakkallık gibi başka iş tutsa müşterisi terkedecek, mühendis olsa yaptığı köprü çöker ama, 'yazarlık-sanatçılık' gibi bir mazereti var!

Yanlışlığa en çirkin mazeret de o ya! Her şeyden önce bencil, kendicil. Tornacı, tesviyeci bir devrimci emekçiden, tavrıyla düşüncelerine bağlı olması beklenir. Söz gelimi, böyle bir devrimci emekçiyi Zaman dağıtırken görmek, gözleri faltaşına çevirir! Sanatçı ya da akademik kariyer sahibi zümrenin her tarafla flörtü ise olağan karşılanır! Hayrunnisa ile kahvaltıya gider, himayesinde gösteriye katılır, Zaman'e takılır, mescide yıkılır, şöhrete çakılır! Tutarsızlık, sorumsuzluk, kişisel çıkar hırsından sahtekârlığa dek her boyutuyla yanlışlık onlarda hoşgörü kapsamındadır, yaptırımı yoktur! En fazla toplumcu olması gerekirken en fazla halka bağlı, hesap vermesi, yanlışından acı duyması, örnek olması, ayakları yere basması, tafrasız yaşaması, sorumluluk taşıması gerekirken.