Unutkanlık Sığınağı

Unutkanlık sığınağı, anımsamanın tehlike arz ettiği durumlarda işe yarıyor. Sığınaktakini, anımsama bombardımanından koruyor. Eh, bu sığınak, halkın hafızasına inşa edildiği zaman, yani açık ifadesiyle halk anımsamaz kılındığı, ahmaklaştırıldığı zaman, zalime, hırsıza, arsıza gel keyfim gel! Yüzsüzün yüzsüzlüğü, sinsinin sinsiliği, hainin hainliği yanına kâr kalıyor ne anımsayanı var, ne hesap sormak için kovalayanı!

Üç kuruş çalmış, üç gün yatıp çıkmış gariban hırsız, yediği ‘sabıkalı’ damgasını, ömür boyu boynunda taşır. Peki, hazineyi silip süpürüp, yedi sülalesine yediren ‘yüce mevlâ’ tutkunu zevcesinin cezvesinden, tarikatının takunyasına dek altın suyuna bandıran Maliye Bakanı nerde? Nerde olacak, unutkanlık sığınağında! Bu sığınağın müdavimleri saymakla bitmez. Ama, halktan birine, ‘Hadi say da gidip tahtını sallayalım!’ desen, kekeleyecek! Eh, sığınağın sıvası unutkanlık harcından. Halkı unutkan kralın tahtı sallanır mı?

İsrail, Hitler mezallimini unutturmuyor. Hitler dönemi zalimlerinin unutkanlık sığınağına sığınması mümkün değil. Her yıl o dönemi işleyen yeni bir film, yeni bir kitap, belgeler, mahkemeler mutlaka gelir. Yeter ki Hitler mezallimine ilişkin bir proje olsun, İsrail sermayesinden desteksiz kalmaz! O konu hep taze. Tamam, kötü de değil. Ama aynı İsrail’in kendi mezallimi arandığında tek adresi var: unutkanlık sığınağı!

‘Bebek yüzlü’ Kennedy’in gelişi de Obama’nın gelişine benzer değil miydi? ‘Dünya barışına umut’ diye sunulmamış mıydı? Döneminde, 2 milyon mazlum insanın katledildiği, ülke topraklarının yarıya yakınının bir daha kullanılamayacak derecede zehirlendiği Vietnam’da yapılan mezallim kimin aklında? Yaşı yirmiden küçüklere sorun, bilen var mı? Yaşı yirmiden büyükler de zaten, ‘Ha, evet evet!’ diye kem küm sözlerle anımsamaya çalışacaktır.

Bu kesin: sahtekârını unutan, yeni sahtekârlıkların kapanında demektir. Yalancısını unutanda yeni yalanlar yine maya tutacak zalimini unutan, dön dur zulmün eşiğinde gezinir.

Kendine yapılan düşmanlıkları ve düşmanını sürekli anımsaması halkın donanımıdır. Unutkan halk donanımsız demektir. Bu da, teslimiyet anlamına gelir.

Devrimci kadroların en önemli görevlerinden biri anımsatmaktır, unutturmamak hesabı sorulmamış, en azından tekrarı mümkünsüz kılınmamış acıyı sürekli taze tutmak. Konu, hayatın kendisi olunca, ‘hoşgörü ve af’ sadece safsatadır. Maraş’taki katliamın, Sivas’taki yangının Suphi’ye, Erdal’a, Ceber’e yapılanların affı ve hoşgörüsü mü olurmuş!

Unutkanlığın kuyusunda ahmaklaşan insanın hırsızına, arsızına karşı ne tedbiri olabilir? Tedbiri olmayansa: aynı adamların başka maskelerle aynı yalanlarını ya da ayrı adamların aynı maskelerle başka yalanlarını kaval sesi gibi dinleyecektir.

Hem dünyada hem ülkemizde bu gün olan da budur: aynı ya da ayrı adamlar, ayrı ya da aynı maskelerle arsızlık, hırsızlık, zalimlik işinde berdevamlar.

Sürekli teşhir asla ve asla savsaklanmaması gereken devrimci bir görevdir. Hırsızın, sahtekârın, zalimin yaptıkları, bütün bağlantılarıyla, her akşam kapıyı kilitler gibi, sivrisinek filitler gibi, ayrıkotu ayıklar gibi sürekli teşhir edilmelidir. Sürekli teşhir, unutkanlık sığınağını berhava etmenin etkili mühimmatıdır.

Şeker bayramında yoksul mahalle çocuklarına dağıttıkları şekerleri de kendilerinin olsun, cuma namazlarından, umre niyazlarından topladıkları sevapları da! Hiçbir ‘kutsal’ örtü, öcüyü öcülükten kurtarmamalı. Devrimci teşhir, hırsızı, arsızı, zalimi, yalancıyı, sahtekârı adım adım gecesinde gündüzünde kovalamalı.

Kim ne zaman düzenin hangi pisliğine bulaşmış, kim Evren’e övgü düzmüş, kim Obama’nın gelişine hangi sözlerle yaltaklanmış, kim Irak’a saldırıyı desteklemiş, kim katliamcıyla al ver işine girmiş, kim Soros türü güçlere danışman olmuş, kim zalimin zulmünü, yalancının yalanını bölüşmüş, kim gericiye erketelik, dinciye sünepelik, yobaza kanepelik yapmış, kim iktidarın çanağında yalanmış, kim güçlünün arkasında dolanmış... duvar gazetesi, el ilanı, sohbet masası, tatil günü denilmeksizin sürekli teşhir edilmeli, unutkanlık sığınağına girmelerine fırsat verilmemelidir. Halk düşmanlığı, sünnet düğününden nişan törenine dek insanların birbirlerini uyardığı domuz gribinden, kanserden daha mı az tehlikeli? Yani!

Halk düşmanlarını teşhir bir günün, iki günün işi de değil. Adlarının geçtiği her yerde halk düşmanı kimlikleri suratlarına tükürür gibi açıklanmalı. Hele ki, her türden pisliğe bulaşıp, sonra da ortada ‘sol’ diye dolaşan fırıldakların. Kapitalizm virüsünün tatlı zehirini taşıyan bu tipler ki, maşallah, iktidar yalakalığında, kapı kulluğunda, çıkar işlerinde, görüşten görüşe dönmekte cin gibiler. Unutkanlık sığınağı en çok da onların işlerine yarıyor. Hele bir küllerini üfleyin ve bu yavşakların geçtikleri kavşakları bir aydınlatın, bakın ne manzaralar çıkar! Kimisi Özal danışmanlığında soluklanmıştır, kimisi CIA’nın, Evren’in, Soros’un uşaklığında kimisi patronunun banka hortumuna hizmet sunmuştur, kimisinin bahtına ‘ansızın’ devlet kuşu konmuştur kimisinin yıldızı döneklikte parlamıştır, kimisi sahibinin kapısında havlamıştır! ‘Sol’culukları, solcu gibi bıyık bırakıp sol kuruluşlara sızan ‘görevli’den ‘Kürt dostu’ oluşları, peşmerge kılığıyla köye gelen ‘özel tim’den muhaliflikleri ‘danışıklı’ düzen erketeliğinden farklı değildir. Özgürlük ve demokrasi arayışını ‘sol’ etiketle, dinci-faşist sisteme endeksleyen liberaller, Kürt halkına da, demokrasi güçlerine de tarihin en sinsi ihanetini yapmaktalar.

‘Malı’ götürdüğü ortaya çıktığında, politikacı, ‘Üç gün geçsin unutulur!’ diyor! Bu hesap, yalanı, sahtekârlığı, kirli ilişkileri ortaya çıkmış politikacının kalkanı. Faşizmin kaydırağı, iktidar yardakçısı liberal zibidinin Soros’tan yemlendiği, Fethullah’la demlendiği ortaya çıkınca, onunki de aynı hesap: ‘Üç gün geçsin unutulur!’ Eh, halkın hafıza gücü de bu, yani halk unutkan. Açıkçası: anımsama özürlü! ‘Halkı uyandırmalıyız!’ sözü demek ki, biraz da bu anlama geliyor: hırsızın hırsızlığını, arsızın arsızlığını kaydıyla, belgesiyle ona sürekli anımsatmak.
Halkın uyanması, gerçekleri görmesi kadar, görüp de ‘üç günde unuttuğu’ gerçekleri anımsamasıyla da ilgilidir!

Matadorun elinde tuttuğu örtünün rengi kırmızı. Boğa renk körü olduğuna göre, rengin ne kıymeti harbiyesi var? Onun öfkesini kamçılayan, matadorun tuttuğu örtünün kırmızı rengi değil, örtüye verdiği harekettir.

Toplumsal acılar da böyle: unutkanlık sığınağında uyuşup kalmaması, kuvvete dönüşmesi için öfkesi sürekli kamçılanmalı!