Şu “Dünya Vatandaşlığı” Dedikleri Nasıl Bir Şey?

Şimdi moda bu: yurtseverlik konusunun açıldığı yerde ‘Ben dünya vatandaşıyım!’ diyeceksiniz! Vatan ve vatandaşlık tanımınızı dünya odaklı yapmaya hevesliyseniz, sesinizde mutlaka, yurtseverliği küçümseyen bir tını da olmalı. Bu tını bana, Avrupa’da Yeşiller’in ortaya çıktıkları ilk yıllarda, sosyalistlikten çark edip ‘yeşil’e ve ‘pembe’ye sarınanları anımsatıyor. Sesteki bu küçümseme tınısı, her türüyle dönekliğin vazgeçilmez motifidir! Yeni ‘hâl’i sunarken eski ‘hâl’i küçümsemek adettendir!

Şu ‘dünya vatandaşlığı’ dedikleri nasıl bir şey, anlayabilmiş değilim. Ömrünün 30 küsur yılı bir ucundan bir ucuna dünyaya savrulmuş, başka ülke vatandaşlığı da dahil değişik ülkelerde oturum sahibi biri olarak, bu soruyu sormaya en çok da benim hakkım var.

‘Yabancı’ olarak yaşadığım Batı’da edindiğim deneylerden biri, bütün kapı kollarının içerde olduğudur. Tıklatıyorsunuz, içerden kalbinizi dinliyorlar. Nabzınız anti-faşizm, anti-rasizm diye çarpıyorsa o kapı asla açılmıyor. Yalakalar, kapıkulları, çanak yalayıcıları, omurgasızlar ise o kapılardan özel burslarla, destek fonlarıyla koşar adım giriyorlar. Haksızlığın karşısında susanı susamla besliyorlar haksızlığı kusanı ise hayatından bezdirecek bin bir şeytani hesapları var. Belirlenmiş ölçülere ‘uyum’ sağlayıp, baştan sistemin yalakası olana sundukları baş döndürücü düş, eğer uyumsuz iseniz bağrınıza taş olup düşüyor. Ve artık, kendinizi taşa çalmak, rızkınızı taştan sağmak zorundasınız. Fırıncının turistik Batı gezilerinde süründüğü kokuyu bilmem, emeğiyle yabanelde sürünen simitçinin terli teni böyle tüter.

Dedem Marks, dünya vatandaşlığı duygusuna devasa bir anlam yükleyerek, “Dünyanın bütün işçileri birleşin!” diyordu. Aman ha, poplaşmış, koflaşmış, kapitalist sistemle eşleşip pamuklaşmış ‘dünya vatandaşlığı’nda bu duyguyu aramayın! Onların dünya vatandaşlığı düşleri Paris’in, Viyana’nın, Venedik’in elit caféleriyle süslüdür. Fabrika bacalarının dumanıyla isli değil.

Pop şarkısı mırıldanır gibi ‘Dünya vatandaşıyım!’ derken Castro’nun Kübalısı, Chavez’in Venezuelalısı olmayı düşlüyecek değiller ya! Tam tersi, kendilerini böyle algılayana gizli gizli hırlanırlar. Çünkü düşledikleri şey, ‘Dünyanın bütün ezilenleri birleşin!’ deki anlama değil, ‘Dünyanın bütün elitleri koklaşın!’ hesabına ayarlıdır. Üstelik, sözlerindeki bu anlamın it gibi farkındadırlar! Zaten, ‘küreselcilik’ de, dünyanın bütün kapitalistlerinin birliğini hedefleyen tasma değil mi? Başta ABD, İngiltere, Fransa, Almanya olmak üzere o ülkelerin herbiri kendisini ‘Strong Nation’ yani ‘güçlü ulus’ vurgusuyla tanımlıyor. Gelişmenin yolu olarak yoksul ülkelere sundukları ise: globalizm! Az gelişmiş ülkelerdeki küreselci elitin ‘dünya vatandaşlık kimliği’ de bu paketin içinde olsa gerek!

Yurtseverlik tanımı ırkla değil, toprakla bütünlüğü olan bir anlam taşır. Irk içi değil, ırk ötesi bir duygudur. Irkseverlik değildir. Aynı coğrafyada farklı ulusal kimliklerdeki insanların birbirlerini kardeş hissetmeleriyle çelişmez. Yurtseverlik devrimciliğin olmazsa olmazıdır. Hele ki, halkın acılarına göğüs ve vicdan olmanın simgesi kimliğiyle aydın için, yurtseverlik daha da derin anlam taşır. Sorun bu noktaya dayandığında aydının marksist olup olmaması da önemli değil. Bu duygu zaten Engels Amcamın ‘Dünyanın bütün emekçileri birleşin!’ sözüne yüklediği duygunun ikizidir. Ondan ki, Şilili Neruda’dan, Alman Brecht’e dek gerçek yurtsever aydınlar kendilerini İspanyol Alberti’yle, Lorca’yla yurttaş ve kardeş saymış, yeryüzünden bütün yurtseverleri faşist Franco zulmüne karşı İspanya’da savaşa çağırmıştır.

Liberal düşünceyle sulanarak beslenen şu ‘dünya vatandaşları’nı, bu ruhla, yani dünyanın bütün emekçileri ve halklarını, birbirinin ikizi bilen ruhla sorgulayın, görün nasıl mızıklayacaklar! Metro işçilerinin hesap soran duruşu mu onları Parisli olmaya özendiriyor, Saint Michel cafélerinin expresso kokusu mu? Sorunuzun yanıtını yüzlerindeki naylonvari gülümsemeden hemen okuyacaksınız. Tıpkı ‘darbe karşıtlıkları’ gibi, bu beyefendilerin ‘dünya vatandaşlıkları’ da naylon bir duygudur.

Dünyaseverlik mi? Dünyaseverlikse eğer, yurdu sevmeden dünyasever olmak ne menem bir şey? Bir açıklayan olsa da anlasam! Ömrünün 17 yılını yurduna girme yasağı ve cebinde “Türkiye hariç, dünyanın bütün ülkeleri için geçerli” damgalı bir kimlikle, Lizbon’un İstanbul benzeri sokaklarından Kalküta’nın Kars köyleriyle kaderdaş semtlerine dek dünyada yurdunu anımsatan köşeler arayarak solumuş biriyim. Dünyaseverlikten ben bunu anlarım. Dünya vatandaşlığının yakıcı duygusu budur. Dünyaseverlik fidanı, Paris’te ev ilânlarını, “Arap ve Türk olmayanlar tercih edilir” notuyla verenlere karşı dövüşmek duygusuyla Almanya’da trenin altına atılan Afrikalı küçük kızın acısını devralmakla, Küba halkının yanında saf tutmakla, ezilenin sesi, ezenin korkusu olmakla filizlenir. Bu fidan ilkin insanın kendi yurdunda kök tutar. Yurtseverlik bu kökün tanımıdır. Kendi bahçendeki ağaca duygusuz dur, ortalıkta orman mühendisi olarak dolaş! Şu son dönem türeme liberal elitlerin ‘dünya vatandaşlığı’ böyle bir şey olsa gerek! Yani,’tezgah’ işi naylon duygu! Hayatın diğer mevzularındaki üretimleri naylon değil mi sanki? Eh, kapitalist pazarın tombalacıları, piyango listelerine bir de ‘dünya vatandaşlığı’ eklemiş olsunlar! Yakışır!