Sarıdır, ama sararmamıştır...

Metin Demirtaş’ın “Şiirli Yazılar ve Günlükler”i, “Sarı Defterim” adıyla yayımlandı ( E Yayınları). Daha doğrusu, Metin Abi, uçma vakti gelmiş kuşu göğe salar gibi anılarını saldı yüreğinden. Evet öyledir, altında onun adı olan her şey kanatlı ve yüreklidir. Adının ‘metin’liği, ‘demir’liği, ‘taş’lığı, yüreğinin kırıldı kırılacak inceliği, ipek narinliği, kanat hafifliğiyle yarışır. Yarışır da, birbiriyle kapışmak için değil, birbirine kavuşmak için yarışır.

Hiç umulmadık bir anda ondan çıkagelen her şey, bilirim ki gelmek için tam o anı beklemiştir. Dedim ya, uçma vakti gelmiş kuş gibi, çıkma vakti dolmuş diş gibi, görme vakti ermiş iş gibi... Özü de öyledir sözü de, ne çok fazla ne çok az! ‘Kıvamında’ tanımı en çok ona yakışır.

Altında adı olan şiiri de böyledir anıları, mektupları, kendine özgü yollardan ilettiği selâmları da. Hani o değil miydi, daha 1967 de, ilk gençlik günlerimizin rüzgârında “Bizim de dağlarımız var Che Guevara” diye uğuldayan? Kimi gün gönlümüzde Neruda’yla, Nâzım’la, Yesenin’le turlayan kimi gün bizim için Toroslar’ın eteğindeki yuvasında Ahmed Arif’i, Enver Gökçe’yi ağırlayan kimi gün kavakların şarkısı, kimi gün yulafın sesiyle çınlayan kimi gün sessiz, ıpıssız, yapayalnız, kimi gün kızıl ordu coşkusuyla bağrımızı zorlayan o değil miydi?

“Sarı Defterim” de işte öyle çıkageldi. Gelip yine gurbette buldu beni. Zarfını posta kutusundan bir çırpıda aldım almasına da, açması biraz uzun sürdü. ‘Niye’ sini onu tanıyanlar iyi bilir! Çünkü içi kanat kanat düş yüklüdür, yürek yürek kuş, bilek bilek iş yüklüdür. Ondan ki, “Sarı Defterim”i, düşerse kırılıverecek mercan gibi çıkardım zarfından. İlk sayfasına, “Alınca bir ıslık çal!” diye inceden inceye bir not iliştirmiş. Ben böyle anlarda isli değil hisli olurum, bezgin değil gezgin olurum. Hemencecik ışıktan bir ıslığın tınısına ilişip, “Sarı Defterim”de dolaşmaya, dolaştıkça uçan kuşa ulaşmaya başladım!

Kitabıyla birlikte üç fotoğrafını yollamış, bir de fotokopi. Fotoğrafların üçünde de Toroslar’dan gülümsüyor. Birinin arkasında Neruda’nın “Nazım’a Güz Çiçekleri” şiirinden dizeler var: “Nasıl yaşarız Nâzım biz, senin şarkılarından yoksun? Kardeşim benim! Adanmış asker... çiçek açmış kiraz ağacının altına benzeyen yüzüne hasret”. Zaten kendisi de fotoğrafta, Toroslar’ın eteğine Nâzım için diktiği kiraz fidanıyla bakıyor. Alnı, güneşin aydınlığıyla, dağların doruğuyla, göğün derinliğiyle, kiraz çiçeğinin narinliğiyle yarışır gibi. Daha doğrusu, yarışır gibi değil de kavuşur gibi. İki yanında iki görüntü taşıyan fotokopiyi ise sanki beni kamçılamak için yollamış. Bir yüzünde ona 1984 yılında, ölümünden kısa bir süre önce Yılmaz Güney’le birlikte gittiğimiz Güney Kıbrıs’ın Nicosia kentinde, bir tepeye çıkıp uzaklardan Toroslar’ı görmeye çalıştığımız gün yolladığım kartpostalın görüntüsü var. Halk pazarında peynir, zeytin satan Rum köylüleri. Karta, “Al işte beyaz peynirin, rakın için! Sana sevgi ve selâm, hemen yanıbaşından!” yazmışım. Bir de gagası yürek ve çiçek açmış bir kuş resmi çizmişim. Metin Abi, o kartın görüntüsünü yıllar ve yıllar sonra “Sarı Defterim”le geri yollarken, altına “Gönderdiğin peynir ve kardeşçe sevgin hiç eksilmedi” notunu düşmüş. Hepsinin üstünde büyük harflerle SIKI YÖNETİM yazan kırmızı bir mühür basılı. Yine de Atina üstünden dolaşarak, zulümleri aşarak Antalya’ya ulaşmış. Zarfa koymuş olsam belki içi boşalacaktı!

‘İçi boş zarf nasıl oluyor’ demeyin! “Sarı Defterim”e ‘içi boş zarf’ın öyküsünü de almış: “12 Eylül’ün hüküm sürdüğü yıllarda dışarıdan gelen mektuplar açılır, okunur, üstüne ‘Sıkı Yönetim’ damgası basılırdı. Nihat’ın Almanya’dan gönderdiği bir mektup içi boş gelmişti. ‘Görülmüştür / Sıkıyönetim’ damgalı zarfı olduğu gibi ‘Acaba mektubu koymayı unuttun mu’ notuyla geri göndermiştim. Gönderdiğim zarf ve mektubun ekinde bir de fotoğraf vardı. Ahmed Arif’le Antalya’da bir portakal fidanı önünde çekilmiş fotoğrafın arkasında Ahmed Arif ve benim sevgi sözlerimiz yazılıydı. Portakal fidanı, ana babaları öldürülmüş, içeri alınmış, yurt dışına çıkmak zorunda kalmış, bu yüzden gülücükleri karartılmış tüm çocuklar adına bir dost bahçesine elimle dikilmişti. Fidanın dalına asılı kartonda Nihat’ın kızı ve İlhan Erdost’un kızının adları yazılıydı...Nihat o zaman yurttaşlıktan çıkarılmış, kızı Mavi yeni doğmuştu.”

TC vatandaşlığından çıkarıldığıma ilişkin kararın gazetelerde ilân edildiği o günlerde kahrım gövdeme sığacak türden değildi. Almanya Hollanda sınırında küçük bir köyde Gurbet’i yazıyordum. Hani birisi çıkıp da ‘Boş ver, dert etme!’ dese ağlayarak boynuna sarılacak kadar yalnızdım. İlkin babamın sesi gelmişti, telefonda “Senin vatanın bizim yüreğimiz!” demişti. Sonra Metin Abi'nin zarfı. ‘Zarf’ ne demek, yürek kalkanı, direnç cephaneliği, sevinç kasırgasıydı! Bana taşıdığı kuvvet öyle bir kuvvetti. O günler o duygularla kim bilir neler yazmışım ki, sıkıyönetim duvarına toslamış, içi boş zarfı kalmış geriye. Metin Abi’nin bugüne dek saklayıp da sunduğu o ‘boşluk’ işte şimdi dolusundan daha güçlü, daha sesli değil mi?

“Sarı Defterim”in sararmazlığı buralardan can alıyor. Yılmaz Güney’den Can Yücel’e, Ahmed Arif’e, Enver Gökçe’ye, Halit Çelenk’e, İlhan Erdost’a, Aziz Nesin’e, Metin Altıok’a, Behçet Aysan’a, Cahit Külebi’ye, F. Otyam’a, A. Behramoğlu’na, K. Burkay’a, Fazıl Say’a her biri değer kuyusu ayrı kişiler, her biri ayrı dert, ayrı merak, ayrı tutku yumağı günler ve olaylardan süzülmüş anıların kökleri öylesine sahi ve derin ki, sararması ne mümkün?

Kitabını bana “Sıradan bir hayatın özeti” diye imzalamış. Onun aşırı alçakgönüllü oluşuna verip aldırmadığım tek nokta, kitabına iliştirdiği bu tanımdır. “Sarı Defterim” in ardında, doldurma havuz değil çağlayan var ömrünü pırıl pırıl, çağıl çağıl, uğul uğul yurduna, halkına tutkusu ve onuruyla solumuş gerçek bir aydın, gerçek bir şair, gerçek bir insanın hayatı.

Metin Demirtaş türü sanatçıların anılarında sadece onur, vicdan, incelik, tutku, umut, direnç ve coşku gibi insani erdemlerin serüvenleri değil, tarihin gerçeğe dönük gözleri gizlidir. Dünün gerçeğini arayanlara, bu türden anılar, yaşanmış gerçekliği çarpıtılmamış, bulanıklaştırılmamış, yozlaştırılmamış, çıkar metâı kılınmamış çıplaklığıyla gösterir.

N.B. / Haziran 2011