Rezilliğin Bitpazarında Komünist Olmak

Ne tarafa baksanız o tarafta ayrı bir rezillik. Ve gerçek anlamıyla bini bir para rezilliğin. Görünen tek şey: bir toplumun bütün değerleriyle usul usul zehirlenmesinin çarpıcı sonuçları. İnsanî olan her şeyi tokatlayan. Bulantı, bunalım, bulanıklık, budalalık, bunama....

Televizyonu açıyorsunuz, bir kanalda Ankaralı Turgut'un şıkıdımları! Krizi tutmuş deli danayı salsan, vazgeçer, kaçar yarıştan! 'Türkülerimizin derinliği' diye bir ömür derinlerde dolaş dur, sonra da gel, bu kirli sığlıkta boğulmamaya çalış! Ankaralı Turgut, türkücülerin ünlüsüymüş! Vay ki vay!

Diğer kanala geçiyorsunuz, Davos koridorunda, Emine Hanım'ın gözyaşları! Çevresinde yardakçı, yalaka gazeci ordusu. "Konuşturmadılar!" diyor.. Ağlayarak söylüyor! Gözyaşları, yanağından, çenesinin altında türbanına damlıyor. "Söyledikleri her şey yalandı, onlara cevaplarını verecekti, konuşturmadılar!" Emine Hanım, devletin temsilcisi! Vah ki vah!

Bir diğer kanalı yokluyorsunuz, Baskın Oran'ın incileri! Hoca, Ergenekon'u değerlendiriyor: "Ellerinde silah olanlar, artık darbe yapamaz duruma getirildi. Bu iyi bir gelişmedir!" Şakadan değil, ciddi ciddi söylüyordu. 31 Ocak akşamıydı, tv de kulaklarımla duydum. Ülkemizdeki özgürlüğün sözcüsü olarak konuşuyordu! Of ki of!

Sokağa çıkıyorsunuz, minibüste, halk otobüsü kuyruğunda kadınlı erkekli kenar semt yoksulları. Her birinin bir yerinde, orjinali yüzlerce, binlerce dolar fiyatlı sahte aksesuar! Kolları Luis Witton çantalı, belleri Armani kemerli, başları Burberry türbanlı kızlar, Lacost kazaklı, Rolex saatli gençler! Tıkış tıkış. Şöför ikide bir, "Arkalara doğru ilerleyelim beyler!" diye bağırıyor. Yağlı bulanık suyun köpükleri gibi, çalkalanıyor insanlar. Ah ki ah!

Gazeteye bakıyorsunuz, sosyal demokrat ve laik olduğunu söyleyen muhalefet partisinin belediye başkan adayı 'Her mahalleye Kuran kursu!' sözü veriyor, genel başkanı onu savunuyor, Başbakan "Tereciye tere satmayın!" diyor. Oy ki oy!

Yalancıya yalanını, sahtekâra sahtekârlığını, kabaya kabalığını, ilkele ilkelliğini işaret ediyorsunuz, hırıldanmaya başlıyor, öfkeleniyor, histerikleşiyor, saldırganlaşıyor. Bir toplumda, değer yozlaşması, kültür erezyonu, toplu arabeskleşme, toplu kozmopolitizm, toplu propaganda zehirlenmesi, sürüler halinde toplu yok oluş kendini başka nasıl gösterir?

Büyük kesim, magazinden besliyor duygu-düşünce dünyasını. Magazin ki, ardı arkası kesilmeden, gün yirmidört saat, dört koldan sadece kendiyle yarış halinde. Akımına fareyi tutsanız, kusma içgüdüsü olmayan fareyi bile kusturacak şiddette çarpıyor. Bir avuç şaklaban, iç çamaşırlarına dek halkın ezberinde. Onlarsız tek günü yok ekranın, gazetelerin. Bu zehir şırıngalarının kimi salya sümük, kimi şıkıdım şıkıdım kimi türbanlı, kimi anadan üryan, kimi kurt, kimi kabadayı, kimi soytarı, kimi tetikçi-yardakçı entel....

Marks, "Gerçek bazen toprağın altındadır!" demişti. Sanırım, gerçeği bulma çabasını kamçılama duygusuyla. Bugün gelip, şu toplumun şu halini görse ne derdi bilmiyorum. Şu zehirlenme gerçeğini görmeniz için göz ucuyla bakmanız bile yeter! Kafanızı çevirdiğiniz her yerde, insanî olan herşeyi tokatlayacak kadar yakınınızda gerçek. Söz ve propaganda zehirlenmesine tutulmuş şu toplum gerçeğini, taşa sorsan, taş bile 'gördüm' diye dile gelir!

Evet, rezilliğin bitpazarı bir dönem sahtenin, yalanın, kabalığın, acımasızlığın, kalleşliğin, sinsiliğin, ihanetin bini bir para.

31 Ocak Cumartesi akşamı, bulantısıyla çalkalandığım bu duygularla uyudum. 1 Şubat sabahı uyanıp yıkandım, tertemiz giyindim. Oto tamircisi emekçi arkadaşım Aziz'i ve halk müziği sanatçısı arkadaşım İsmail Hakkı'yı aradım. Buluşup, TKP'nin 9. Kongresi'ne gitmek için. Kirden arınır gibi, umuda sarınır gibi...

O salonu dolduranlar o salonun onuruydular. Sadece o salonun değil: bir kez daha anladım ki, komünistler yaşadıkları toplumun onurudurlar. Bu, 'komünistine düşman bir toplumun onursuz olduğu' anlamını da içerir. Salonu hınca hınç dolduran binlerce insanın, bir ağızdan "Yaşasın Türkiye Komünist Partisi!" diye bağırışı, coşkusu kadar duygulandırıcıydı benim için. En delikanlı yaşlarında, "Komünist olduğunu itiraf et!" diye işkence yemiş, onlarca yıllık mahkumiyetlerle yargılanmış biri olarak duygulandım. Ne kadar acı ki, bu gün de, yurtseverlik aynı düşmanlığın hedefi. Anti-emperyalist ruhu boşaltılmış ve içi kapıkulluğun, teslimiyetin ziftiyle sıvanmış bir 'solculuk' istiyor efendiler! Kalbi olmayan, kökünü inkâr eden Ankaralı Turgut'un şıkıdımlarına, türbanlı Emine Hanım'ın gözyaşlarına, neo-liberallerin huyuna, BOP'un suyuna teslim olmuş bir 'devrimcilik'!

TKP kongresinde salonu dolduranlar, yurt aşkının ve o yurdun düşmanlarına karşı, anti-emperyalist mücadele ateşinin uğultusuydular. Yurtseverlik ve anti-emperyalist tavrı, devrimciliğin olmazsa olmazı kılmış bilinçte bir kitleydi. Beyninin ve kalbinin bilincinde bir kitleydi. Önderlerinin konuşmalarında da yansıdı bu. Yurtseverliği küçümseyen, giderek emperyalizmin işbirliğine dönüşen neo-liberalizmin oyununu bozan bir kitleydi. Kökünün ve ufkunun bilincinde bir kitleydi. Enternasyonal'le başlayan kongre, Nazım Kumpanya'nın, kökünde açan çiçek duygusuyla seslendirdikleri, içlinin içlisi, sahinin sahisi, şarkılarıyla sonlandı.

Hayatla ilgili sorunları çözmedeki becerileri ve toplumsal dayanışmadaki özellikleriyle diğer kuşlara göre daha gelişmiş ve zeki olan martılar, öfkelendiklerinde, birbirlerine saldırıp kendi türlerini yok etme hırsı yerine, çevrelerindeki ota, toprağa falan saldırıp, kendilerini yatıştırırlar. Öfkelerini böyle dindirip, yine topluluğuna döner, yanyana gelirler. Salondan çıkarken bu duyguyu soludum. Keşke bütün devrimci örgütler güç birliğinde olsa diye. Üstelik, örgütün sözcüsü yada üyesi olarak değil, kurtuluşumuzun, sadece ve kararlılıkla sürdürülmesi gereken sosyalizm mücadelesinden geçtiğine inanan, bu yolda çıkarsız çabayı halka ve hayata tutkunun, insan olmanın ölçüsü sayan birisi olarak, o görkemli kongrenin yapıldığı o salondaydım. Namuslu bir aydın için, ülkesinin onuru saydığı devrimci mücadelenin yükselmesini dilemesinden daha doğal ne olabilir? Evet, rezilliğin bit pazarında keşke bütün devrimciler güçbirliği içinde olsa.

Olsa da, savurup atsak, bizi yok etmenin eşiğindeki bini bir para şu rezilliği.

Nihat Behram / Şubat 09