Okur Yazarını Denetlemelidir

Bakışına Kaf Dağı’nın bulutunu döşeyen, burnunu gökteki aymış gibi taşıyan yazar takımını bilmem ayağı yere basan, kendini yeryüzünde ve insan olmanın ölçüleriyle toplumsal yaşamda duyumsayan yazar için, okurunun duygu ve düşünceleri çok önemlidir. Sonuçta yazar için okuru, ürününü sunduğu, ruhunu paylaştığı kişidir. Öyleyse yazarını denetlemesi de okurun bir ciddiyet ölçüsüdür. Yani ciddi okur yazarını denetler.

Başka alanda böyle değil midir? Aracına bindiğimiz şöförü, yiyecek aldığımız esnafı, tedavi olduğumuz doktoru, ardından yürüdüğümüz önderi...bize verdiğinin, ondan aldığımızın sonuçlarıyla tartmıyor muyuz? Verdiklerinin sonuçlarına göre onlara duyulan ikaz, öfke, sevgi, bağlılık duygularımız bu tartının sonucu değil mi? Yazar okur ilişkisine de bu temelde bakılmalıdır benim ölçüm bu. Elbetteki bu ölçü, kaval sesiyle her yöne seken koyuna da, anlamadan her duaya amin çeken mürid soyuna da uygun değildir!

Yazarını denetlemesi okurun ne kadar ciddiyet ölçüsüyse, okuru tarafından denetlenmek de ciddi yazarın o kadar zenginliğidir. Yazarlık yaşamımda içtenlikli okurumun olumlayan ya da yargılayan tepkisi benim için zenginlikten öte, bileğitaşım anlamı taşımıştır. Sözün geldiği bu noktada aynı açıklıkla söylersem: ‘eleştirmen’ sıfatlı ‘profesyonel’in ise, şahsen benim için kıymet-i harbiyesi yoktur. İçtenliği besleyen heyecandır. Bu heyecan, o ürüne sahip olma duygusu taşıyanda kıvılcımlanır. Yani, yazarın okurunda. İçtenlikli okurun duygusunda ne erketelik, taşeronluk ne de küfürbazlık kök tutar. Yazar ve içtenlikli okurunun ilişkisinde, akademisyen bakışın mumya donukluğu da yoktur. Kelebek uçuşlu bebek bakışları tüter. O tütüşte öfke de, sevinç de hayatlıdır. Yani canlı. Kıvılcım zaten en güzel şarkısını bileğitaşında söyler. Yazarla içtenlikli okurun ilişkisinden duyulan bu şarkıdır.

Sözü fazla uzatmadan, bugünkü köşemi okurumla söylediğimiz böyle bir şarkıya ayırıyorum:

“Sevgili Nihat Behram, Bugün bir dost ile internet üzerinden yaptığımız "sohbet"e 14.07.2010 tarihli "Telaş Kültürü" başlıklı yazınız ve Radio Tarifa'nın "Sin Palabras" isimli şarkısı eşlik etti. Uzunca bir zamandır hayatın karmaşasının bizi nasıl da bunalttığını daha fazla hissettiğimiz bu cuma gününde ortak bir problemimiz üzerine başlayan sohbetimiz zamanla başka bir boyut kazandı. Ve biz daha önce ancak romanlarda, şiirlerde, şarkılarda rastladığımız karakterlerde olduğu gibi bir anda bambaşka, mutlu ve özgür olduğumuz bir duygu durumuna geçmeyi başardık. Buna ilk olarak Radio Tarifa'nın melodisi neden oldu (Sizden mailimi okurken http://fizy.com/s/103uts den linkine ulaşabileceğiniz bu şarkıyı da dinlemenizi rica ediyorum). Birbirimiz ile aynı anda yazışabilmek tanıdı bize bu imkanı... Konuşurken/yazışırken ikimiz de bambaşka şeylerden bahsediyorduk aslında. İkimiz de kendimizi başka yollardan anlatıyorduk. Garip olan birbirimize yazdıklarımız farklı şeyler düşünmemize neden oluyor ama aynı şeyleri hissettiriyordu. Sanırım bugün karmaşık hayatımızdan bir an olsun uzaklaşıp huzurlu bir ruh haline pencere aralamayı başardık üstelik mesai saatlerinde ! Tüm bunlar bana yazınızı anımsattı ve aşağıdaki dizeleri o anda sizin için yazma ihtiyacı hissettim ve bundan sonra sohbetimize siz de eşlik ettiniz... Belli ki geçen zaman ve teknoloji çok şeyi değiştirmiş biz nefes kesen aşklar yaşayıp ölümüne dostluklar kuran bir kuşak olamadık maalesef. Yazarların, şairlerin, halk ozanlarının satırlarından okuduk ve hissetmeye çalıştık. Diyeceğim o ki haklısınız teknoloji bu çağın insanlarından çok şey çaldı ama eminim bizim gibi teknoloji ile kurduğu bağda bile başka anlamlar yakalayan "eski ruhlu insanlar" var. Bu nedenle teknoloji bile yetersiz kalacak insanoğlunun doğasını/duygularını tümüyle değiştirmeye. Bugün dostumla aynı anda konuşma/yazma eylemi bizi birbirimize daha da yakınlaştırdı. Eminim sizde bana hak vereceksiniz geçmiş zamanın olanaklarıyla bunu yaşamamız mümkün olamazdı.

Belki beni, dostumu, yaşantımızı, çelişkilerimizi, hüzünlerimizi ve mutluluklarımızı tanıyabilmiş olsaydınız aşağıda yazdıklarımın bizim için ne kadar önemli ve heyecan verici olduğunu daha iyi anlama fırsatınız olabilirdi ama biz yine de sizinle paylaşmak istedik. Haberiniz olmasa da sohbetimize sizin de eşlik etmeniz heyecanımızı bir kat daha arttırdı: nihat behramın yazısına karşılık olarak bir yazı yazacağım / evet haklısın usta / teknoloji insanları / birbirine yakınlaştırmaktan çok uzaklaştırdı / zaman ilerledikçe ne aşkların ne dostlukların tadı tuzu kaldı / senin gibi pek çok eski insan sürekli aynı şeyi söylüyor / hatta biz yeni kuşak bile yaşamasak da / hissediyoruz bunu / genlerimiz sağolsun / atalarımız yaşadıkları aşkların dostlukların tadını, acısını, hüznünü / bir miras gibi genlerimizle bugüne kadar ulaştırmışlar / öyle ki yaşamasak da hissedebiliyoruz aşkın yavanlığını / dostluğun kalleşliğini / ama eğer teknoloji olmasa / ben şu anda / hisettiğim şeyi hissedemezdim / aynı anda / hem kendimle konuşuyormuş gibi / hem de seninle / aslında hem kendimle yazışıyorum / hem de seninle / teknoloji olmasa bunu hissedemezdim / mümkün değil / atalarım da hissetmediler...Arzu Sungur „

“değerli arzu sungur...içtenliğinize ve duygularınızı benimle paylaşma inceliğinize teşekkür ediyorum...."mektupları hâlâ en güzel en bereketli ilişkilerden sayan eski moda insanlardanım ben!"... bu cümle çağının en büyük yazarlarından reiner maria rilke'ye ait... risa heise'ye yazdığı bir mektupta geçiyor... mektubun altındaki tarih 2.8.1919.... düşünün ki 'mektubun can çekişmesi' o zamandan hissedilmiş...ve önemi.... sözünü ettiğiniz yazımın adı telaş kültürü de olsa anlamı 'talaş kültürü'dür... talaşın hayatımızı her alanda sardığını düşünüyorum... sözgelimi: artık gelinlerin ceğiz sandığı işlemeli ceviz ağacı değil, ikea suntalarından yapılıyor... daha doğrusu şimdi gelinler de bunu seçiyor... ne demek istediğimi anlıyorsunuz.... tabiki teknoloji çok önemli ama bilime, aydınlığa, bilgiye, evrime hizmet etmesi gereken teknoloji büyüye hizmet ettiriliyor... bakın, internet sitelerinde en ağırlıklı olanlar medyumlar, büyücüler, karanlık kafalılar... neden, çünkü egemen olan kapitalizmin tek hırsı var: maddi kazanç...ve bunun için de körelmiş kitlelere ihtiyacı var... işaret etmek istediğim bu oyuna gelmemek... iletinize çok sevindim ve heyecanlandım... oyuna gelmeyen insanlar olduğunu gördüğüm için... bu ruhu ısrarla ısrarla savunmak ve korumak gerekir... o zaman teknoloji de asıl anlamına uygun olana hizmet eder.... işte şimdi bizim yazıştığımız gibi.... zaman zaman bu tür yazılarla genç kardeşlerimi biraz sarstığımı biliyorum... ama sarsılmaları da gerekiyor...'şu yazarla röportaj yap' dediğim genç şair adayının röportaj için aklına ilk gelen o yazarın internet adresini bulup maille basmakalıp sorular iletmek oluyor... bu ilişki vazodaki plastik çiçeğe benzer, cansızdır.... hakiki çiçek bile olsa vazodaki çiçek de filiz vermez... vazo onun son can çekişme serumudur...gerçek hayat başkadır... ilk gençliğimde konuşma yapmak için gidip ahmed arif'i çalıştığı mekanın kapısında çıkmasını beklerken yaşadığım heyecan hâlâ filiz veriyor... anlatmak istediğim bu...ve bunu anlayan insanları görmek, kaz kafalıların son hızla çoğaltıldığı bu dünyada umut ışığım oluyor... o nedenle ben de sizlere teşekkür ediyorum...sevgiler....nihat behram“

“Merhaba Bu sabah işe gidiş yolunda aklımda tek soru vardı. Acaba Nihat Behram mailime yanıt verdi mi? İçten içe bu sorunun cevabından emindim aslında ama ilk defa bir şair ile böylesi bir iletişim kurmaya çalıştığımdan olsa gerek biraz kaygılıydım. Mailime cevap yazdığınızı görmek sanırım Ahmed Arif'e bir adım da olsun yaklaşma fikrinin sizde yarattığını anladığımız türden bir mutluluk yaşattı bana ve dostuma. Sanırım bunu size tarif etmeme gerek yok... O anda mutlu olmak eyleminin insan zihni tarafından ne kadar dar bir anlama mahkum edildiğine hayıflandım sadece. Zira benim daha önce tatmadığım türden bir mutluluktu. Bu hazzı bu kadar geç yaşadığım için de bir parça üzüldüğümü itiraf etmek zorundayım. Sanatçı ile okurları arasındaki iletişimin tarif edilemez hazzını bize yaşattığınız için size bir kez daha teşekkür ederiz.

Mailiniz ile anlatmak istediklerinize gelince bahsettiklerinizi o kadar iyi anlıyor ve hak veriyoruz ki... Bundandı zaten size ulaşmak isteğimiz. Bir de az da olsa elindeki teknolojik imkanları farklı/yeni duygular/düşünceler için kullanan insanların varlığını hissedin istedik.

Bahsettiğiniz çelişkiler bizim gibi düşünen/yaşayan genç insanların hayatını o denli etkiliyor/zorlaştırıyor ki... Kazkafalıların sayısı arttıkça sağlıklı bir sosyal çevre kurmak da bir o kadar zorlaşıyor... İtiraf etmek gerekirse kendimizi çoğu zaman yalnız hissediyoruz... Bu nedenle sizin gibi değerli aydınlarımızın öğrettikleri, hatırlattıkları, hissettirdikleri ile teyit ediyoruz kendimizi... Ve elbette bu kuşatmaya karşı koyarak... Bu nedenle biz de bu ülkenin aydınlık yüzlerinin yanında aldık safımızı uzunca bir zaman önce.

Eminim dikkat etmişsinizdir cümlelerimi hep "biz" diye kurdum. Çünkü attığım maillerimde söz ettiğim duygu ve düşünceler yalnızca bana ait değiller. Dostumun da size söyleyecekleri var, izninizle benim eksik bıraktıklarımı o tamamlayacak... Sevgiler, Arzu Sungur “

"Sözler biriktiriyoruz en yakın dostumuza söyleyemediğimiz, sevdiğimize ne kadar içten bir sevgi ile bağlandığımızı söyleyemiyoruz. İstiyoruz ki kıymetli sözleri şairler yazsın, onların duyguları ile sarılıyoruz sevdiklerimize. Dostum ve ben sözcüklerle dansımıza başlayalı yıllar oluyor. İki insanın başkalarının sözcüklerine, başkalarının duygularına, başkalarının özlemlerine sığınmadan edebileceği en cesur sözleri, en dokunaklı dizeleri biz yazdık birbirimize… Yıllar geçti biriktirdiklerimizi okuduk, yüreğimiz her seferinde aynı heyecanla yandı… En sevdiğimiz şairin, en güzel dizelerini okur gibiydik… Şairler olmasa yapamazdık elbette. Yüreğimizi bir sözcüğün büyüsüyle anlatamazdık birbirimize.
Yaşamı değiştireceğiz derken, bazen soluksuz hissediyoruz kendimizi. Nefes almadan savaşıyoruz sanki. Nefesimizi tutup o günü bekliyoruz. Bir bıraksak nefesimizi, yüreğimiz dökülecek, daha samimi duygularla sarılacağız hayata… Sol da yazılarınızı okumak, kesik kesik de olsa nefes aldığımızı hissettiriyor bize. Evet sarsıyor yazdıklarınız “uçmanın izi mi olur” diyor, içimizdeki ses, bırakalım kendimizi süzülelim gerçeğe. Ben de size bir merhaba demek ve içtenlikle teşekkür etmek istedim. Dost yüreğinize ve inceliğinize. Sevilay Cenik „
Çok sayıda okurumdan kimi övgü dolu, kimi sorgulayıcı, kimi uyarıcı, tamamlayıcı, katkı sağlayıcı iletiler alıyorum. Vaktim el verdiğince her birini yanıtlamaya çalışıyorum. Yazık ki, yanıtına yetişemediklerim de oluyor.

Can Yücel’in bir şiiri şöyle: “Yumurtaya can veren Allah ise / Can’a da her gün taze bir yumurta veren / Civcivden yetiştirdiği İspenç tavuğu / Kendisine alenen teşekkür ederim!”

Yazarını denetleme ciddiyetiyle duygu ve düşüncelerini soL aracılığıyla ya da doğrudan ileten tüm okura alenen teşekkür ediyorum.