'İnce Memet’ Bile ‘İnceldiği’ Yerden Koparsa?

İnsanlık tarihine kan ve kıvılcımla kazınmış bir görüntüdür. ABD'li emperyalist yağmacıların kan gölüne çevirdiği Vietnam'da, halkın direnişini sindirmek için, uygulanan taktiklerin en vahşi görüntülerinden biridir: Saygon'da bir sokak. ABD tetikçisi Güney Vietnamlı General Nguyen Ngoc Loan'ın silahlı eli, vietkonglu genç yurtseverin şakağına hedefli. Tetiğe dokunduğu anda, ünlü savaş fotoğrafçısı Eddie Adams'ın da deklanşörüne basarak tarihe kaydettiği görüntü. Kan fışkırıyor genç direnişçinin şakağından. Tarih 1 şubat 1968 dir.

Genç direnişçinin şakağından fışkıran kan, emperyalizm ve tetikçisinin 'savaşı bitereceği yönündeki' hesaplarının tam aksine, direnişi ateşleyen kıvılcıma dönüşüyor. Sıçradığı yer, yani kan gölü ateş alıyor, büyük yangın başlıyor. Halk yangını, ayaklanma. Saygon'da aynı sokaktan, dalga dalga yayılıyor bütün sokaklarına Vietnam'ın.

Eddie Adams'ın kamerasına düşürdüğü (ve ona o yıl Pulitzer Ödülünü kazandıran) bu fotoğrafı çekmesinden bir yıl önce, emperyalizmin uşağı bu General'le, ünlü İtalyan gazeteci Oriana Fallaci'nin yaptığı röportaj da hafızalarda silinmez bir iz bırakmıştır. Bu röportajdaki, (tarihteki benzerlerini çağrıştıran) şu dialog çok ilginçtir:

"Madam, insanlar size benim için ne anlattılar?"

"Çok şey General her şeyden önce sizin çok zalim bir insan olduğunuzu!"

"Madam! Ben ve zalimlik, ne diyorsunuz siz? Piyanoya tutkun, gülleri seven ve resme meraklı ben ve zalimlik! Ne diyorsunuz siz?"

Zulümlerden sıçrayan kan kıvılcım oldu kan gölünde yangına döndü, savaş Vietnam halkının zaferiyle sonuçlandı.

Emperyalizmin tetikçileri, 'son gemi'yle sahiplerinin yanına kaçtılar. General de bunlardan biriydi.

90'lı yıllarda ZDF'ten Alman gazeteciler, halk katili General'in Virginia'daki ininde izini buldular. Yaşadığı mahalle halkı onun kim olduğunu bilmiyordu. Bu Uzak Asya'lı komşuları hakkındaki bilgileri, 'bahçesindeki güllerle uğraşan, piyanoya meraklı ve resim yapan biri olduğu'yla sınırlıydı. Gazeteciler onunla direkt konuşma olanağı bulamadılar. Kapıyı aralayan kızı, her sefarinde, General'le konuşma taleplerini geri çevirdi. Sonunda, gizli telefon numarasına ulaşıp, oradan aradılar. General onlara, 'geçmişi konuşmak istemediğini' söyledi. Ve ekledi: "En iyisi geçmişi sessizliğe terketmektir!"

General'in duygusu öyleydi, öyle düşünüp, öyle söyledi. Peki, insana yakışan duygu hangisi ne düşünüp nasıl hareket etmeli? Sözün daha açık biçimiyle: geçmişe ilişkin (bugünü de unutarak) General gibi mi düşüneceğiz, (geçmişin hesabını da içeren) bugünün benzeri zulmüne karşı dövüşü mü sürdüreceğiz?

1968'in 40.yılı nedeniyle, bu yıl dünyada etkinlikler düzenlendi. Ana konusu 68 olan İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı da bunlardan birisi.

Yıl boyunca, medyada bu konuda özel yayınlar yapıldı. Televizyonlar programlar yayımladı. Sergiler açıldı. Deniz'in postalları, parkası bile sergilendi. Darağacındaki son sözler bile tv'lerde ilkin sansürlenip sonra 'kontür hesabı' pazarlandı! Bugün nerde durduğuna, neyi neye nasıl vurduğuna bakmadan 'ağzı olan' konuştu!

İnsanın bir şeyi anması, ancak andığı şeye yakıştığı oranda anlamlıdır. Öyle değil mi? Yoksa bu duyguda mı sahtesiyle değişti?

68'i, Avrupa'daki sınırları içinde bir 'özgürlük ve demokrasi isteği' olarak ve de bugün düzenle bütünleşip sistemde yerlerini almış, kapitalist-emperyalist sistemle uzlaşma içindeki o günün 'temsilcileri'yle anmak, sistemin avuçları içinde oyalanma ve 'anı yadetme'den öte nedir?

Yaşadığımız coğrafya (ve benzeri coğrafyalardaki) '68 ruhu' diye adlandırılan şeyin, ivmesi kapitalizmce planlanmış Avrupa'dakinden hiç mi farkı yok? Ho, 'öz amcamız' değil miydi? Che'nin son bakışı yeminimiz olmadı mı? Fabrika işgallerinde, grevlerde, toprak işgallerinde can verenlerimiz yok mu? Ya kanlı darbeler, generaller, işkencehaneler? O dönemde İstanbul'dan Santiago sokaklarına kadar, generallerin döktüğü kan, kimin kanıydı? 15-16 Haziran'larda sokaklarda sel olup dalgalanmış işçi sınıfı arasında 'enternasyonal'i söyleten hangi duygu, hangi düşüncelerdi? Lenin yok muydu koynumuzda? Devlet ve Devrim..Emperyalizme kahır, faşizme ölüm, halkların, mazlum ulusların özgürlük ve kardeşliğine bağlılık şarkılarını darağaçlarında, işkencelerde söyleyenler halkın öz evlatları değil miydi? Spartaküs'ten devraldığı hıncı yok muydu o coşkunun? Zapata'nın mavzerini tutar gibi bakmıyor muyduk resimlerine. Giap değil miydi kumandan? V.Jara hepimiz için söylemiyor muydu şarkısını zincirler altında? Kırılan parmaklarının acısını acımız saymamış mıydık? Yemin etmemiş miydik dökülen kanın hesabını sormaya? Halkın acılarına adanmışlıktan geçmiyor muydu onurlu yaşamanın yolu? 'Ruh' derken bu değil midir anlatılması ve anılacaksa da anılması gereken?

Şu, anılan şey ile onu ananlar arasındaki uçuruma bak? Neo-liberalizm örtüsüne sarınmış, '68 ruhu' diye konuşanlara! Konusu 68 olsun yeterki, ne yazarsa yazsın, kim olursa olsun yazarı 68'li sayılıyor! O yıllarda sağcı olan da, o yılların ruhunu lanetleyen de, yeter ki o yılları görmüş olsun '68li' diye lakırdıyor! Bugünün banka patronu da, dinci siyasetcisi de, düzen yardakcısı da, 'gençliğinin isyankâr anılar'yla aynı telden çalıyor! Ve tuhaftır, en çok öten, medyasında, yayınında yer tutan da onlar! Şu kavram kargaşasına bak! Şu 'duygu kirliliği'ne, şu 'anı pazarlamacılığı'na? Şu ithal teşneliğine, ithal ishaline?

Beterin beteri var: "Deniz'le Ergenekon arasında bağlantı" teorileri üretenler! "O kuşak Yakup Cemil'ciydi!" diye hırlayanlar! Yurtseverlik ateşini emperyalizmin yeşil çamuruyla söndürme planları, Soros beslemesi kapı kulları, karanlık pusular!

Şu içten hesapçılığa, şu sinsiliğe, şu kişisel çıkarcılığa halkın zulme, sömürüye başkaldırı hakkını yok sayışa şu magazinleştirme, ucuzlatma, bulandırma pervasızlığına bak!

Tam da böyle bir ortamda, 'İnce Memet'imizin bile 'inceldiği' yerden kopuverecek gibi durması nasıl hüzün verici!

Nihat Behram / Kasım 08

Not: 8 Kasım'da saat 17.45-18.45 te TÜYAP Kitap Fuarı'nda Enver Ercan'ın yöneteceği toplantıda, Ataol Behramoğlu ile birlikte "Hep 68'liOlmak" konusunda konuşacağız. Salon: İnterexpo