Alçaklığı Yapan Sanatçı Olursa

Luis Bunuel'in, anılarını içeren 'Son Nefesim' adlı yapıt, anı anlatımından öte bir edebiyat şaheseridir. Yaşadığı çağın en büyük sanatçılarından olan Bunuel (1900-1983), Meksika'da ölümünden önce, anlatarak yazdırdığı bu yapıtını, son derece mütevazi olarak 'anılarım' diye tanımlasa da, 'Son Nefesim' onun hayata, insana bakışı ve söze döküşündeki seçkinlik, derinlik, bilgelikle insanlığa armağan ettiği ölümsüz bir sanat ürünüdür. Görüntüdeki dehasının, sözcüklerde de yankılandığına kanıttır. Filimleri yanında anılacak değerdedir.

Hayatım derken hayatı yorumlayışındaki şiirsel doku 'Son Nefesim'in en önemli özelliğidir. Bir diğer özelliği ise, bize, büyük bir sanatçının beyni ve yüreğiyle çağına bakmamızı sağlamasıdır. Yani, insandan, hayattan yana bir tarihtir. Resmi olsun sivil olsun, hiçbir tarih bakışının yarışamayacağı kadar etkilidir. Deha hasadıdır. Duygu yüklüdür. İnsan yüklüdür. Gerçektir. Çarpıcıdır. Sarsıcıdır. Bilgi yüklüdür.

Alfred Hitchock'un "Dünyanın en iyi yönetmeni!" diye tanımladığı Bunuel için sinema tarihçisi Ado Kyrou, "Tüm insanlık tarihinde Luis Bunuel'in yapıtlarından daha özgür, daha kişisel bir yaratış yoktur. Kalıplara onunki denli uymayan, sinemasal geleneklere onunki denli karşı çıkmış, her türden tabuya onunki denli egemen olan bir sinema yoktur..sineması bireyin ve toplumun tabularını yıkmaya yönelik kışkırtıcı ve yenilikçidir!" diyor.

Yazımın başlığına dönüyorum çünkü amacım Bunuel'i anlatmak değil, anıları nedeniyle 'alçaklıkta çifte standart' konusuna değinmek. Bu yazımın başlığı, önceki yazılarımdan 'Gericiden İyi Sanatçı Çıkar mı?' adlı yazıyla ilintilidir. O yazıda 'örnek' olarak değinilen kişi, döneminde Mussolini ve Hitler'e yakınlı duyan Ezra Paund idi. Yazı nedeniyle birçok ileti aldım. Bu konuda yazı bakışımı kutlayan, heyecanla karşılayan arkadaşlar, 'Söz gelimi Dali!' diye ad da vererek görüşlerini ilettiler. Yazı başlığı bu iletilerden çıktı. Bir arkadaş iletisinde 'Kim olursa olsun faşizmi destekleyen alçaktır!' diyordu. Evet öyledir. Faşizmi desteklemek alçaklıksa, kim olursa olsun alçaklık yapan kişi alçaktır! Dokor, veteriner, politikacı, kasap, şöför, aktör yada sanatçı...Üstelik bence, malzemesi insan ve hayat olan sanatçının alçaklığı bu anlamda katmerlidir. Büyük yada küçük, sanatçı yeteneği taşıması, alçaklıktan onu 'muaf' tutmaz. Tam tersi, 'büyük sanatçı' sıfatıyla anılıyorsa, alçaklıkta da 'büyük' sıfatıyla anılmalıdır!Faşizmin hizmetkârı 'küçük askerler' toz olur yiter de, 'büyük sanatçı'nın ki anıla gider.

Bu büyük alçaklıklardan biri de, Salvador Dali'nin hayatından yansıyandır.

Luis Bunuel 'Son Nefesim' adlı yapıtında, tanıklığıyla bu alçaklığı da irdeler. Bunuel'in, çağının birçok önemli sanatçısı gibi, Dali ile de yakın arkadaşlığı olmuştur. Hatta Bunuel, Marguis de Sade' ın "Sadom'un 120 Günü" yapıtından esinlenerek yaptığı 'Altın Çağ' filmini, ilkin Dali ile birlikte çekmeyi düşünmüştür. Anlaşamadıkları için yalnız çektiği, katolizmi hedef alan bu film, 1930 da büyük hadise olmuş ve yasaklanmıştır.

O dönem, Picasso'dan Neruda'ya, Alberti'den Brecht'e dünyanın her yanında önemli sanatçılar faşizme karşı savaşırken, faşizmle uzlaşma alçaklığını sergileyen ünlülerin ikincisi Paund'un yanısıra Dali'dir.

Bunuel anlatıyor: "(Lorca'nın)..pek çok söylenti dolaştı ölümü üzerine. Dali alçakça onun bir eşcinsel cinayete kurban gittiğini söylemiştir. Bu tamamen saçmadır. Şurası açıktır ki Federico ozan olduğu için öldürüldü. Karşı taraftan olanlar, daha o zamanlar, 'zekâya ölüm' diye bağırıyorlardı.... 'La vie Secrete de Salvador Dali' (Salvador Dali'nin Hayat Sırrı) adlı kitabında benden bir 'tanrı tanımaz' olarak söz etmişti. O sıralarda bu bir bakıma 'komünist' suçlamasından da ağırdı. Washington'da katolik hakları temsilcisi olan Prendegart adlı biri de, müzeden atılmam için hükümet çevrelerine baskı yapıyordu....Iris Berry'i görmeye gittim. Onu da gözyaşları içinde buldum. Duyan da elektrikli sandalyeye falan gittiğimi sanırdı! İris'in söylediğine göre, daha bir yıl önce, Dali'nin kitabı çıktığından beri, Dışişleri Bakanlığı, Prendegart'ın da etkisiyle beni kapı dışarı etmesi için müzeye baskı yapmıştı. Ben ise istifa etmeyi yeğledim ve ertesi gün kendimi sokakta buldum. İstifamdan sonra bir gün Dali'ye, Shery Netherland barında randevu verdim. Tam vaktinde geldi ve garsondan şampanya istedi. Müthiş öfkeliydim, onu dövmeye bile hazırdım. Adi biri olduğunu, onun yüzünden işsiz kaldığımı söyledim. Hiç unutmayacağım şu tümceyi söyledi bana: Dinle, bu kitabı kendime reklâm olsun diye yazdım, sana değil!...Tokatlamayı düşündüğüm halde tuttum kendimi. Onu düşündüğüm zaman gençlik anılarımıza, bir kısım yapıtlarına bugün hâlâ duyduğum hayranlığa karşın, aşırı gösterişçiliğini, bir alçak gibi Franco yandaşı olmasını ve özellikle dostluğu açıkça hiçe saymasını bağışlamam olanaksız...Birkaç yıl önce bir röportajda 'Ölmeden önce yine de onunla bir kadeh şampanya içmek istediğimi' söylemiştim. Bu röportajı okudu ve dedi ki: Ben de isterdim, ama artık içmiyorum!"

Geçtiğimiz ay, Arte TV de, Bunuel'in yaşamı üstüne belgesel bir program vardı. Çağında insanı, insan olmanın derinliğine çağıran ve her biri bir şahaser olan ürünleriyle bunun yolunu kazıyan Bunuel'le ilgili bu filmi 'keşke herkes izleyebilseydi' duygusuyla izledim. Yine Dali ile ilgili, o filmde bir yerde geçiyordu: Bunuel'in büyük para sıkıntısı çektiği bir dönemdir. Dali ise büyük ünü yanısıra çok zengindir. Ondan borç ister. Dali, 'prensibini' anımsatarak retteder: Arkadaşa borç verilmez!

Dali, 'can kurtarma tasasıyla' mı Franco'ya yamandı, Franco'ya 'kapıkulu' olmasa, yeteneği doğrultusunda yaptığı resimler nedeniyle 'derisi mi yüzülürdü', korkusu mu, gösteriş merakı mı, fantazileri mi....kim nereden bakıp nasıl yorumlarsa yorumlasın, Bunuel'in sesiyle hayatına dipnot olarak düşülen alçaklığı bağışlanmaz türdendir.

Nihat Behram / Eylül 08

Özür: Nihat Behram'ın dün yayınlanması gereken yazısı soL'un iletişim adreslerindeki bir sorun nedeniyle bugün yayınlanmaktadır. Okurlarımızdan ve Sayın Nihat Behram'dan özür diliyoruz.