Yapboz

90 ve 2000’lerin en nitelikli deneysel rock gruplarından Tool’un Schism (bölünme) şarkısı “parçaların birbirine uyduğunu biliyorum çünkü dağılırlarken izliyordum” diye başlar(1). Bir aşk şarkısıdır ama gençliğini 90’lar, genç yetişkinliğini 2000’lerde yaşayan insanların serencamını özetler niteliktedir. Biz, sadece lise yıllarımızın değil hayatımızın müfredatı dağılmış “kredili sistem mağdurları”yız. Bir ölçüde bütünlüklü, insanın içinde kendisini anlamlandırabileceği bir dünya gözümüzün önünde parçalandı ve burnumuza iki seçenek dayandı: Bir tarafta doyuran ama lezzetsizliği kesin bir fiks çekirdek aile menüsü diğer tarafta ise bazıları lezzetli olsa da birbirine uymayan, üstelik porsiyonları küçük meze ve ara sıcaklarla eşelenip, şef garson surat assa da paramızın yetişmeyeceği ana yemeği sürekli erteleyeceğimiz, sonunda da sipariş etmeden hesabı isteyeceğimiz bir alakart.

Cümleten afiyet olsun da hani kendi hayatımızı kendimiz yapıyorduk, ne oldu o iş?

Bize hep “eskiden bu kadar marka, çeşit yoktu herkes aynı kıyafetleri giyerdi, ha bir de tüp gaz kuyruğunda beklerdik” hikâyesi anlatıldı. Bugün her marka var da hayatlarımız özgünleşti ve özgürleşti mi? Ayfon kuyruğuna dair diyeceğimi demiştim, zaten en fazla yılda bir tane çıkıyor ama Ikea’da gezerken Erdil Yaşaroğlu’nun karikatürünü(2) hatırlatacak hislere kapılmıyor muyuz? Böyle onlarca örnek sayamaz mıyız? Dahası, haftalardır ortak dertlerimiz hakkında konuşuyoruz bir yanda bu kadar çeşitlilik, seçme özgürlüğü lafları duyup, diğer yandan da bu kadar benzer hayatlar ve sorunlar yaşıyor olmamız tuhaf değil mi?

Mesele şu: Hayata gözlerimizi açtığımızda, 20. yüzyılın büyük mücadelesinin son raundu oynanıyordu. Bu mücadele yüzyılı 1917’den(3) itibaren şekillendirmiş, insanlığın uzaya açılmasına, son büyük sanat dalı olan sinemayı geliştirmesine, sayısız romana, senfoniye, diplomaside inceliğe ve benzeri nice zenginliğe vesile olmuştu. Belki binlerce çeşit ürün ve her ürünün onlarca markası cirit atmıyordu piyasada, ama dünyanın üçte birinde bambaşka bir hayat kuruluydu ve onunla rekabet etmek zorunda olan kapitalizm de kendi uygarlığını derinleştirmek zorunda kalıyordu.

Sonra mücadeleyi sermaye düzeni kazandı ve onun uygarlığının çürüme yıllarına girdik.

Her şeyin bölünerek dağılması bu yılların nişanesiydi. Emperyalizm Yugoslavya’yı parçalarken yaşanan trajediler hepimizin çocukluk anılarında önemli bir yer tutar. Sonra ülkelerin, insanların parçalanması o denli sıradanlaştı ki, aklımızı koruyabilmek için başkalarının acılarına yabancılaşmak zorunda kaldık.
Bu olurken her birimizin hayatı da parçalanıyordu ama bu parçalanma adı “yapısökümü” konarak şirinleştirilmişti. Artık hayat anlamlı ve amaçlı bir bütün olmayacak, aynı bedende yaşanıyor olmasının ötesinde birbirleriyle ilişkisi çok sınırlı bir deneyimler dizisine dönüşecekti. İnsanlar ikide birde iş değiştirmek zorunda kalacak ve bunun adı kariyer olacaktı. Hayatımızın tamamına yayılan mesai kişisel ilişkiler kurmayı zorlaştıracak özel hayat güven duyulan dostlarla derin ilişkilerden ziyade iyi “partilenen” kankalarla pek kişiselleştirilmeyen eğlencelere dönüşecekti.

David Harvey, gerçekliğin imgelerle ya da hayatın fotoğraflarla indirgenebileceği düşüncesini eleştirirken sene 1990’dı (4). On dört yıl sonra Facebook kuruldu ve hepimiz yediğimiz ve gezdiğimizin fotoğraflarını paylaşmaya başladık. Yiyen ve gezenin biz olduğunu ispat edebilmek için de selfi çeker olduk çünkü fona bilmem hangi manzara alınıp yapılan özçekim, deneyimin sahihlik belgesiydi.

Böylelikle hayatımızı istediğimiz unsurlarını yok sayıp istediklerimizi vitrine koyduğumuz, bir süre sonra da o vitrinden ibaret zannettiğimiz bir yapboza dönüştürdük. Hal böyle olduğunda kendimizi biricik sanmak da kolaylaştı çünkü artık önemli olan ne yediğimiz veya nereye gittiğimiz değil bunları yapanın biz olmasıydı. Her birimiz göstermek için yaşadığı hayatının başrolündeydi ve dolayısıyla benzersizdi.

Peki, o zaman ne yapsak en fazla iki günlüğüne geçen, sonra migren ağrısı gibi geri gelen bu eksiklik ve aynı yerde dönüp duruyor olma hissi niye?

Eksikliğin sebebi şu: Dünya bir tane büyük ve muhteşem yapbozdan ibaret, adı da insanlık. Kendimize kaç parça eklersek ekleyelim, ancak o büyük yapbozun içinde bir yere uyduğumuzda eksik hissetmeyiz. Çünkü o zaman hayat döngüsel olmaktan çıkar amaç, dolayısıyla anlam kazanır.

İhtiyacımız daha fazla deneyim değil aklımıza ve ufkumuza yakışacak nitelikte bir amaç ve anlam.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal


(1) Herkesin seveceği cinsten olmasa da, bu haftalık bu çalsın fonda: http://goo.gl/D9bmH
(2) Söz konusu karikatürü bir tek şu adreste bulabildim http://goo.gl/weVixG, dolayısıyla kalıcılığı konusunda garanti veremiyorum.
(3) Bu vesileyle herkesi 9 Kasım Pazar günü İstanbul’da, Bostancı Gösteri Merkezi’nde yapılacak olan Ekim Devrimi’nin 97. Yıldönümü etkinliğine davet etmek isterim.
(4) Postmodernliğin Durumu, 3. Baskı, İstanbul: Metis, s.346.