Umberto Eco’nun aydınlığı

Bizimle aynı yıllarda yaşamış ve yazmış edebiyatçıların en büyüğüydü Umberto Eco. Yazdığı metinler o denli yoğun ve güçlüydü ki, sayısız taklitçisi o metinleri homeopati uzmanı şarlatanlar gibi bire bilmemkaç oranında sulandırıp satarak kendisine yazarlık kariyeri yaptı. Aradaki büyük ve önemli fark ise sadece eserlerini dikkatle okuyanlarca anlaşıldı: Umberto Eco sonuna kadar, tavizsiz bir aydınlanmacıydı. Orta çağın akıl dışılığını, bağnazlığını, onlarca mezhep, yüzlerce öğreti ve binlerce tarikattan oluşan fare labirenti gibi çıkışsız düşün ve inanç dünyasını sadece çok iyi bilmiyor, ondan nefret ediyordu. Bütün eserleri, en derin ve karmaşığı olan Foucault Sarkacı dahi, Dan Brown gibi şarlatanların ballandıra ballandıra anlatıp ekmeğini yediği gizemcilik ve komplo teorilerinin hicvedilmesi ve aklın ışığında ne denli gerici, anlamsız şeyler olduklarının gösterilmesi üzerine kuruluydu.

Örnekleri Gülün Adı’ndan vereceğim, ama kastım tüm eserleridir.

Roman, keskin zekâlı ve akılcı Baskerville’li William ile sofu ve bağnaz Muhterem Jorge arasındaki tartışma üzerine kuruludur: Gülmek insana özgü bir arınma ve mutlu olma biçimi midir, yoksa insanın kendini alçaltması ve günaha girmesi midir? Geri kalan tüm tarihsel arka plan ve olay örgüsü, cinayetler dâhil, bu felsefi tartışmanın dekorudur.

Jorge, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağın başındaki manastırda, sadece Hıristiyanlık değil ondan binlerce yıl önceki uygarlıkların da öğretilerinin saklandığı kütüphanenin baş kütüphanecisidir. İnsanlığın ortak bilgeliğinin bu hazinesini, bilhassa da kendi dinsel inancı açısından tehlikeli gördüğü parçalarını, hiç ama hiç kimseyle paylaşmamaya kararlıdır. Kördür; ama ömrü boyunca yaşadığı labirent biçimindeki kütüphaneyi avucunun içi gibi bilir. Kördür; ve hiç günışığı girmeyen yer altı mağaralarındaki göllerde yaşayan gözsüz balıklar gibi, ezbere bildiği labirente aydınlanmanın ışığını getiren William’dan nefret eder.

Tanıdık geliyor mu? Dilerseniz, bir dönem bu ülkede aydınlanmanın en önemli kurumlarından biri olmuş, bugün ise eskiden tercüme ettiği kitapları “Türk kültürüne ve manevi değerlere ters düştüğü” gerekçesiyle piyasadan toplamaya başlamış Tübitak’ın tepesine çöreklenmiş gericiliği düşünelim.

Jorge kahkahaya düşmandır. Ama onu asıl endişelendiren cahil köylülerin sarhoşken attığı kahkahalar değildir. Onları ertesi gün ayıldıklarında cehennemle korkutup hizaya getirebileceğini bilir. Onu endişelendiren, gülmenin bilge insanlar elinde dinsel korkuya karşı bir silaha, Prometheus’un tanrılardan çaldığı ateş gibi, sadece karanlığı değil, karanlıkta yuvalanan korkuları da kovan bir ışığa dönüşmesidir.

Tanıdık geliyor mu? Dilerseniz, bir yanda Şahan Gökbakar yalakasının Recep İvedik isimli ayılığa övgü filmlerinin AKP gericiliği tarafından alabildiğine desteklenmesini, diğer yanda gericinin daniskası Bülent Arınç’ın, kadının kahkaha atmasını iffetsizlik diye yaftalanmasını düşünelim.

Jorge sinsidir ve elindeki en büyük silahın beslendiği karanlık olduğunu bilir. Kendisi asla aydınlanmış insanlarla aynı gelişkinlik düzeyine yükselemeyecektir ama baskıcı bağnazlığı kullanarak tüm insanları kendi seviyesine alçaltabileceğini düşünür. Köşeye sıkıştığında odadaki tek lambayı söndürür ve "şimdi bulun beni bakalım! İçinizde en iyi gören benim şimdi!" diye meydan okur.

Tanıdık geliyor mu? Dilerseniz, iyi ve kötü kavramlarının ne olduğunu anlayamayacak yaştaki çocuklara din dayatan, daha iki yaşındaki çocuğuna namaz kıldırıp marifetmiş gibi reklamını yapan alçaklığı; bu alçaklığın tepeden tırnağa bütün eğitim müfredatına sinmesini, Sünni İslamın modern toplumla en bağdaşmayacak, en geri dogmalarının eğitim müfredatına sokulup çocuklarımızın aklına kazınmaya çalışılmasını düşünelim.

Ve Jorge, barbardır. Sadece cani değildir; uygarlığın tüm birikimini irin beyazı gözlerini kırpmadan ateşe verecek derecede gaddardır.

Tanıdık geliyor mu? Dilerseniz bir çevremize, bir de son birkaç ayda ülkemizin başına gelen felaketleri hatırlayalım.

Karanlıkla mücadele etmenin yolu, gözlerimizin ona alışmasını beklemek değil, Baskerville’li William gibi onun üzerine aydınlıkla, ışıkla yürümektir. Umberto Eco’nun her kitabı bir meşaledir ve tam da bu günlere uygundur.

Okuyalım.

Not: Cumartesi günü (27 Şubat) Samsun Kitap Fuarı, Karadeniz Salonu’nda Yazılama Kitabevi tarafından düzenlenen söyleşide “Laiklik ve Dinselleşme” başlığını tartışacağız. Bekleriz.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal