TCAŞ’in CEO’su, hissedarları ve işçileri

Mücadelede strateji salt rakibin yapacağı varsayılan hatalar üzerine kurulmaz ama bazen öyle hatalar olur ki değerlendirmeyene enayi derler. Ülkenin üzerine çökmüş karanlığın başmimarının son yumurtladığı “bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye böyle yönetilmelidir” incisi, yıllar önce sarf ettiği “ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” sözü gibi bir gaf ve değerlendirmek lazım. Dolayısıyla gelin bu hafta bu fikri mantıki sonucuna götürelim. Bakalım ne elde ediyoruz?

Türkiye bir anonim şirket ise, Erdoğan’ın bu şirketin CEO’su olduğuna herhalde kimse itiraz etmez. Zaten kendisine de sorsanız aynısını söyleyecektir.

CEO’ları şirketin başına hissedarlar getirir. Türkiye bir anonim şirketse, hissedarları da bu memleketin sermayedarları, burjuvazisidir. Bir CEO’nun başarısı hissedarların elde ettiği kârla ölçülür. Bu ölçüte göre Erdoğan şirketi yönettiği 12 yıl boyunca çok başarılı bir CEO oldu. Hissedarların inanılması güç miktarda para kazanmasını sağladı ve her başarılı CEO gibi kendisi de şirketin önemli hissedarlarından biri haline geldi. Öte yandan, bu kadar çok ortağın olduğu bir şirkette kararların oybirliğiyle alınması imkânsızdı ve doğal olarak Erdoğan’ın CEO koltuğuna oturmasını da, muhtelif kriz dönemlerinde o koltukta kalmasını da farklı bileşimlerdeki oy çoklukları sağladı.

Bir de şirketin işçileri var tabii. Genel müdürlük ve müdürlüklerde; eğitim, finans, revir gibi uzmanlık isteyen birimlerde çalışan biz eğitimli emekçiler ile şirketin madenlerinde, inşaatlarında, fabrikalarında kol emeğiyle çalışan mavi yakalı işçiler.

Şirketin CEO’su hissedarlar kâr etsin diye hepimizi daha fazla çalıştırıyor. Bizi daha fazla çalıştırmanın yöntemi kesintisiz mobbing. Adamdan kaçmak mümkün değil. Her gün, şirketin her odasında sesi sonuna kadar açık televizyondan “eyy” diye başlayan cümlelerle zevklerimize, değerlerimize, yaşam biçimimize sövüyor. Yetmiyor, şirketin ayakçılarına bizi hedef gösteriyor. Rakamlara bakmaktan beynimiz bulanmış halde yasal hakkımız olan çay molasına çıkıyoruz; fare suratlı gammaz çaycı bıyık altından “oo-oh, sizin iş de anca yatış” diye söyleniyor. Mesai bitiyor, daha ödenmemiş on taksiti olan arabamızı almak için garaja iniyoruz, müdürlerden birinin takım elbiseli, kravatsız, kirli sakallı ve köpek ruhlu şoförü arkamızdan “araba da almış koduğumun zengini” diyor. Bu bataklıktan ancak daha zengin olarak, kariyer merdivenine tırmanarak kurtulacağımızı sandığımız için de çalış babam çalışıyoruz.

Şirketin fabrikalarındaki, inşaatlarındaki, madenlerindeki işçiler ise çalışmazlarsa aç kalacakları için, çalışmaya muhtaç oldukları için öldüresiye çalıştırılıyorlar. Yüzlerini bile nadiren gördüğümüz bu insanlar ya işsizler ya güvencesiz; kimi taşeron, kimi sigortasız göçmen. Sefalet koşullarında yaşıyor, çocuğunu okutamıyor, hastasına ilaç alamıyor ve her gün iş başında cinayet gibi kazalarda ölüyorlar. Aynı anda 6-7 tanesi ölmediği sürece haber dahi olmuyorlar.

Erdoğan’ın sözünde tek bir falso var: “Olmalı” dediği şey zaten mevcut durum ve bu durum meşrulaşsın, olağanlaşsın diye “olmalı” diyor. Türkiye Cumhuriyeti artık basbayağı TCAŞ. Ne “sınıfsız, sömürüsüz, kaynaşmış bir kitleyiz” ne de “aynı sandaldayız.” CEO’su Erdoğan olan bu şirkette vatandaşların değil, sadece hissedarların, para babalarının oy hakkı var ve önümüze konan her sandıkta bu yalan çırılçıplak sırıtıyor.

Ama daha önemli bir mesele var: Anonim şirketin “anonim” sıfatı, “sahibi belirsiz” değil “sahibi gizli” anlamına gelir. Bu, kapitalizmin en alçakça buluşlarından biridir ve sahiplerinin servetini şirketin iflasından korumak için icat edilmiştir. Bir anonim şirket iflas ettiğinde, borçlarını ödemek için hissedarlarının şahsi malvarlığına el konamaz. Dolayısıyla Erdoğan’ın yönetiyor olduğu şirketin anonimliğine yaptığı vurgu, her geçen gün daha kuvvetli bir ihtimale dönüşen kriz ve ülkenin iflası durumunda yıllardır biriktirdiği hatırı sayılır serveti (ve onun iktidarı altında manyakçasına zenginleşen bütün para babalarının servetini) peşinen dokunulmaz kılma çabası olarak görülmelidir. Hesap bu: İflasa günler kala onlar hisselerini satıp çıkacak, biz de şirketle beraber batan hayatımızın, heba olan bilmem kaç yıllık emeğimizin arkasından bakakalacağız.

Yağma yok. Gün, bunu denedikleri anda patlatacağımız isyanı örgütleme günüdür.

Ve bu isyanı ancak biz, TCAŞ’nin eğitimli emekçileri başlatabiliriz. Çünkü şirketin en kritik yerlerinde biz çalışıyoruz; nerede güvenlik açığı var, hangi departmanda yolsuzluk yapılıyor, hangi müdür hangisinin kuyusunu kazıyor, hangi makine bozulur ya da hangi yazılım yanlış çalışırsa şirket çalışamaz hale gelir biz biliyoruz. Çığı başlatacak kartopunu ancak biz atabilir, bozkırı tutuşturacak kıvılcımı ancak biz çakabiliriz. Daha da önemlisi, bu şirketleşmiş ülkenin üzerine çökmüş olan karanlıkta 12 yıldır gözleri göremez olmuş, köle gibi çalışmaktan canı çıkmış, sefalet ve cehaletten kendisi için düşünemez hale gelmiş milyonlarca işçiye ortak kurtuluşumuza giden yolda ancak biz rehberlik edebiliriz.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal


Not: Geçen haftaki yazının başlığı olan İdiokrasi teriminin bir tarihselliği olup olmadığını bilmediğimi söylemiştim. Varmış. Siyasette kullanımı seyrek de olsa 17. yüzyıla kadar uzanıyormuş. K. Deniz Öğüt arkadaşa bilgilendirdiği için teşekkür ediyorum. Her gün birbirimizden bir şeyler öğreniyoruz.