‘Sağlıklı beslenme’ ideolojisi

“Memleket yangın yerine dönmüş, derdimiz bu mu?” diye sorulabilir. Öte yandan, “ülkede kimin söyledikleri en fazla tartışılıyor” yarışması yapılsa diktatör birinci sırayı kimseye bırakmaz; ama “pastırmalı yumurtayı ekmeksiz yiyin” gibi şahane önerilerde bulunan Canan Karatay da ilk üçe yüksek ihtimalle, ilk beşe kesin girer. Demek ki azımsanmayacak sayıda insanın derdi bu, ve bu tuhaflığı biraz tartışmak gerekiyor.

Kendimi bildim bileli ara sıra gazetelerde“fasulyenin faydaları” tarzında, o yıl arz fazlası olan ürünün fiyatı düşmesin diye yazılmış makaleler çıkar. Ama arada bir yerde işin şekli radikal biçimde değişti ve “sağlıklı beslenme” meselesi, binlerce ürün içeren karmaşık bir reklam kampanyasına dönüştü. Bu kampanyanın bir tarafında, tepesinde bizim kuşağın öcüsü kanserin oturduğu bir tehditler hiyerarşisi; diğer tarafında ise bu öcülerden korunmak için tüketilmesi gereken ürünlerin alışveriş listesi var.

Yapılan düpedüz şantaj; ama 21. yüzyılın şekillendirdiği, para harcayarak her sorunun etrafından dolaşabileceğine inandırılmış, o sorunların kaynağını sorgulama yeteneğini ise tamamen yitirmiş tüketici birey bu yemi güzelce yuttu. Göz açıp kapayıncaya kadar ortalık şişelerce kefir içen, avuç avuç keten tohumu yiyen, sokakta tavuk görse “aha serbest gezinen piliç” diye kovalamaya başlayacak insanla doldu. Altın gününden hallice “desperate housewife” toplantılarından açık ofislerde çay molalarına kadar her yerde (post)modern bir simyacılık oyunu başladı. Herkes, bilimsel hiçbir denetimden geçmeyen bir takım kaynaklardan “sağlıklı yaşamın sırrı”nı öğreniyor, sonra bu sırrı salt ona vahyedilmiş kadim bir bilgelik gibi çevresine tebliğ edip sosyal tatmin sağlıyor. Üstelik bu nasıl bir sırsa, modadan hızlı değişiyor. Böylelikle bir taşla iki kuş vuruluyor: Meşguliyet de bitmiyor, harcanan para da.

Burjuva uygarlığının doğuşu iki kutsalın, eski uygarlığın dine dayalı tüm kutsallarının üzerine yükseltilmesi sayesinde gerçekleşmişti: Maddi zenginlik ve insan hayatı. Bu yüzden modern doğa biliminin öncülleri olan simyacılar, aradıkları Filozof Taşı’nın iki mucize gerçekleştireceğine inanıyordu: Kurşunu altına dönüştürmek ve insanı ölümsüz yapmak. Zamanla daha gelişkin etik ve estetik değerler edindik ama bu ikisi hep temel değerler olarak kaldı. Şimdi, uygarlığımız Titanik gibi çatırdayarak batarken panik içinde diğer bütün değerlerimizi, ütopyalarımızı terk ediyor ve harisçe, bırakmamacasına bu ikisine sarılıyoruz.

Ortaya çıkan görüntü ise trajik değil, trajikomik. Bir takım beyaz yakalılar çocuklarına hormonsuz domates yedirmek için tarla kiralıyor, Farmville oynar gibi internetten takip ediyor, hasat zamanında da ürün paketlenip kapılarına getiriliyor.

“Ne kadar kazıklansalar müstahak” deyip geçebiliriz ama mesele bireysel değil. Hep birlikte, el çabukluğuyla bir saçmalığa ikna edildik: Sağlıklı olmanın, kimi yanlışları yapmayan herkesin sahip olması gereken bir hak değil, yalnızca hayli uzun bir doğrular listesini yapan ve bunlar için tonla para harcayanların sahip olabileceği bir ayrıcalık olduğunu düşünüyoruz.

Fast food, bir “kültür” değil, mesai saatlerini sürekli uzatan sermaye düzeninin işçilere dayattığı beslenme biçimidir. Öğlen arası yarım saat olan, eve ancak akşam sekizde gelen insanı öğlen dürüm tıkınıp akşam pizza sipariş ettiği, kendine kalan iki üç saati de yemek yaparak geçirmediği için kınamak ahmaklıktır. Makine ya da bilgisayar başında hemen hiç kımıldamadan çalışan, ev-iş arası yolculuğu bir araba ya da otobüs içinde, çoğunlukla sıkış tepiş ve hareketsiz yapan insanı o yorgunlukla bir de akşam spora gitmediği için kınamak ahmaklıktır. Patron baskısı, işsizlik korkusu, geçim derdi, kredi borcu ve daha bin çeşit stresle uğraşan insanın iş çıkışı arkadaşlarıyla içtiği iki birayı; akşamları biraz güzel vakit geçirmek için uykusundan kısan insanın ertesi gün çalışabilmek için içtiği kahveyi kınamak ahmaklıktır.

Sağlıklı yaşamak bireysel sorumluluk değil vatandaşlık hakkıdır ve bu hakkı sağlamak, toplumu yönetenlerin görevidir. Biz ise sağlığımızı bozan çalışma hayatını değil onun bozduğu sağlığımızı düzeltmek için çaba (ve para) harcıyoruz. Ama işten arta kalan azıcık vakti de sağlık için harcadığımızda, geriye yaşanacak bir hayat kalmıyor.

En kötüsü ise şu: Sorunun ne olduğunu aslında hepimiz biliyoruz. Sağlıklı beslenme ideolojisine teslim olmamızın sebebi, düzenin değişmeyeceğini zannetmemiz. Aksi yönde ikna olduğumuzda ise, bu konu kısa sürede bir sorun olmaktan çıkacak.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal