Mutluluğun formülü

Geçen yazıda temkinli biçimde tehlikeli bir alana giriş yaptık: Mutlu muyuz, değilsek nasıl oluruz? Yazının en tartışılan kısmı, konusu olan gitme-kalma meselesinden çok bu oldu; ama şaşırtıcı biçimde “sübjektivite-objektivite” başlığına sıkışmadı. Aksine, tartışmaya katılan herkes az veya fazla mutsuz olduğumuz konusunda hemfikirdi ve fikir ayrılıkları neden mutsuz olduğumuz konusundaydı. Bu noktada bir arkadaşımız OECD’nin Daha İyi Yaşam Endeksi’ni(1) önerdi ve daha önce gazetelerin “hangi ülkedekiler en mutlu” konulu uyduruk foto galerileri dışında dikkatimi çekmeyen bu kaynağa bakma fırsatı buldum.

Durumda şaşırtıcı bir şey yok, Türkiye toplamda sonuncu; kentli, eğitimli emekçiler açısından öncelikli olması beklenen konut kalitesi, gelir, istihdam, iş/hayat dengesi ve çevre kategorilerinde de ya sonuncu ya da son üç içerisinde. İşin ilginç kısmı ise şu: Türkiye’nin zaten kötü olan durumu son üç yılda gözle görülür biçimde gerilemiş ve iki başlık dışında hiçbir iddiası kalmamış. O ikisi de iktidara katılım ve fiziksel güvenlik, yani otoriter bir devlet isteyen sağcıları mutlu edecek, seçim sandığına indirgenen demokrasi ve kentli yaşantıda özgürlüğün üzerinde tepinen polisleşmeyi yüceltecek başlıklar.

Son üç yılda ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama bunun bizi niye üzdüğü konusunda bence daha fazla konuşmamız gerekiyor.

Hemen her hafta değiniyoruz: Bu ülkenin ortasından geçen fay hattının iki tarafındaki değerler ve beklentiler uzlaşamaz derecede ayrışmış durumda. İzel mutluluğun formülünü beyan ettiğinde sene 2001’di ve bu sığ formül pop müziğin hitap ettiği çoğunluk açısından geçerliydi. Aradan geçen on üç yılda Tayyip Erdoğan ülkenin kendi tarafı için formülü “bir sen bir o üç de bebek” olarak tadil etti, bizim yakada ise çekirdek aile modeli giderek çekiciliğini yitirmeye başladı.

Buna paralel olarak AKP’nin kent kurgusu kamusal alana Paşabahçe’ye giren gergedan gibi daldı ve bizi buradan sadece içkimize, sigaramıza, öpüşmemize sataşarak değil; yıkıp yeniden yaparak, görgüsüzce turistikleştirerek, bunları beceremediğinde de kasti kötü belediyecilikle var olanı kimseye hayrı kalmayacak hale getirerek dışladı. Metropollerin AVM’ye dönen merkezlerinde vakit geçirmek basbayağı keyifsizleşti ve yalnızlaşmamız benzersiz boyutlara taşındı. Bu yüzden insanlıktan kaçıp kıymetli insanlarımıza, kentten kaçıp evlerimize, zamanımızdan kaçıp nostaljiye sığınır olduk. Ama olmuyor, zaman ve mekânımızın insanlığıyla anlamlı, olumlu ve güvenilir bir ilişki kuramadıkça insanlarımızla ilişkimiz hayal kırıklıklarıyla dolu bir karşılıklı işkenceye, mabede çevirdiğimiz evlerimiz duvarları üstümüze üstümüze gelen birer hapishaneye dönüşüyor. 2014’ten kaçmak için zar zor hatırladığımız, belki hiç yaşamadığımız 80’lerin partilerine gidiyor, mum ışığında Tom Waits dinleyip “if there's one thing you can say about mankind, there's nothing kind about man”(2) sözüne gözlerimiz dolarak eşlik ediyoruz. Her filmi insanlığa bir hakaret olan Lars von Trier’e şiddetle katılıyor, her filmi insanlığa bir tokat olan Haneke’yi hararetle alkışlıyoruz.

Moratoryum, melankoli, mizantropi…

Zaman ve mekânımızın insanlığıyla anlamlı, olumlu ve güvenilir bir ilişki. Bence mutluluğun formülü bu ve yerini tutacak bir şey yok. Bu yüzden çocukluğumuza dair anıların, ya da kalitesiz olsalar dahi ergenliğimizde dinlediğimiz müziklerin yerini hiçbir şey tutamaz: Yalnızca bize geçim derdinin olmadığı tasasız yılları değil; henüz insanlıkla bağlarımız pamuk ipliğine indirgenecek kadar yalnızlaşmadığımız zamanları hatırlattıkları için. Bu yüzden Emek yıkılıp İnci kapandığında hayvanın biri çocuk aklımızla yazıp sakladığımız günlüğümüzü yaksa ne hissedeceksek onu hissettik ve kepçeler Gezi’nin ağaçlarına dayanınca “yetti gayrı!” dedik. Çünkü buralar AKP vandallığından geriye kalmış, insanlıkla bağ kurulabilecek ve kentsel belleğimizde ortaklaştığımız pek az yer arasındaydı.

Tam olarak buna, insanlıkla bağ kurma noktalarımıza saldırıyorlar. Çünkü bu adamların yalnızlık ideolojisi, maddi çıkarlardan ibaret olmayan ilişkilerin boy attığı kalabalık sosyal ortamlarda kifayetsiz kalıyor. Pek çok örnekte sağcılığın elinde oyuncak olan taraftar gruplarını bile kendilerine yedekleyemiyor, çakmasını kurup gülünç duruma düşüyorlar. Kendileri insan olamadıkları için hepimizi insanlıktan çıkartmaya çalışıyorlar.

Çok yol kat ettiklerini, çok mevzi kazandıklarını kabul etmeliyiz, ama insanlık bu çılgınlığa yenilmeyecek kadar büyük. Binlerce yıllık tarihimizde insanlığa her kim savaş açtıysa sonu korkunç oldu. Bu saldırıyı püskürteceğiz, kaybettiklerimizi geri alacağız, sonra da bu topraklarda tüm dünyaya örnek olacak bir insanlık rejimi kuracağız.



[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal

(1) http://www.oecdbetterlifeindex.org/ adresinden bakılabilir. Buradan interaktif biçimde kategorileri ağırlıklandırıp kendi endeksinizi de hazırlayabiliyorsunuz.

(2) “İnsanlık hakkında kesin olan bir şey varsa o da insanda nezaketin kırıntısının olmadığıdır.”
http://www.youtube.com/watch?v=Oq-84Y1EviE