Müslüman mahallesinde ideoloji

İnsanları özel mülkiyet düzenine bağlayan düşünceler ağına bir bütün olarak “egemen ideoloji” diyoruz. Öyle bir ağ ki bu, Maslak’ta plazada çalışan beyaz yakalıyı da, Tofaş fabrikasında çalışan güvenceli işçiyi de, o fabrikaya parça üreten yan sanayide kayıt dışı çalışan işçiyi de, atatürkçü felsefe ve islamcı din öğretmenini de düzene bağlıyor. Kuşkusuz aynı güçte değil ve bunlar arasında yaşanan kimi gerilimler düzen açısından tehlikeli hale gelebilir. Ama Haziran Direnişi ve o günlerden bu yana akan onca kan, çalınan onca para ve ırzına geçilen onca çocuktan sonra dahi hep beraber “bu düzen yıkılmalı” demiyor, diyemiyorsak bu konuda daha fazla akıl yürütmeliyiz.

Bu hafta karşı tarafla başlıyoruz. Sorumuz şu: İslamcı ideoloji milyonlarca yoksul emekçiye nasıl bulaşıyor?

Daha en baştan bir yanlış kanıyı dağıtalım. En çekici fikirler dahi ortaya fırlatıldığında insanların aklına kendiliğinden yapışıp yerleşmez. İslamcılığın “yeni, büyük Türkiye” uydurması, Türkiye’nin sefilleri açısından hayatlarını anlamlı ve kıymetli sanmalarını sağlayan bir inanç; ama yalnızca ekranlar ve kürsülerden dile getirilmiş olsaydı etrafında bu kitlesellikte toplanan olmazdı. İnsanlar fikirlere yüzlerine söylenmeden ve birkaç defa tekrarlanmadan ikna olmaz. İdeolojiler, ancak örgütlenerek toplumsal bir güce dönüşür.

Kuşkusuz bu işin bir ayağı tarikatlar ve “islami STK”lar, ama bunların görevi doktrin enjeksiyonu. Buralar ideolog yetiştirir, militan devşirir ama derdi evine ekmek götürmek, kirayı denkleştirmek olan milyonlarca insanı “şeriat, cihad, şahadet” diye düzene bağlayamaz. Daha çarpıcı olduğu için (ve itiraf edelim, bunca dökülen kana rağmen henüz hayatımıza doğrudan temas etmiyor, dolayısıyla yok sayabiliyor olduğumuz için) buraya odaklanıyor; bu yüzden islamcı ideolojiyi daha sulandırılmış biçimiyle çok daha geniş bir kitleye taşıyan esnafın etkisini gerektiği kadar önemsemiyoruz.

Oysa esnaf bu iş için biçilmiş kaftandır; zira bu yere batası düzende, bilhassa cehaletin ve lümpenliğin ağır bastığı, bireysel kişiliğin güdük kaldığı toplumsal bölmelerde ağızdan çıkan sözün ağırlığı söyleyenin cüzdanındaki para kadardır. Çay içerken masaya konan uzun Marlboro ve araba anahtarı oto galericisinin, emlakçının sesini on mikrofondan daha fazla yükseltir.

Dahası, esnafı bu kadar iktidar yalakası yapan kendisinin de tehdit altında olmasıdır. İşçileri işsizlikle korkutan düzen, esnafı ise işçileşmekle, kendi gibi bir hırta mecbur kalmakla korkutur. İçgüdüsel olarak hiçbir şey değişmesin ister; çünkü kapitalizm çok gelişirse tekelci sermaye tarafından yutulacağını, işçi sınıfı güçlenirse de kimseyi suratına veresiye defteri sallayarak sindiremeyeceğini, fırsatını bulduğunda kazıklayamayacağını bilir. Bu yüzden ağzını ne zaman açsa dilinden iktidara övgü dökülür. Çalışmadan kazandığı için herkesin emeğini hakir görür; yakınana “şükret” der. Bunu yaparken de karşısındakini ezmeyi, üstünlük taslamayı hiç ihmal etmez; çünkü yaratıcı değildir ve tek yapabildiği velinimeti diktatörün kürsü şovlarını taklit etmektir.

Cumayı hiç kaçırmaz. Mahallede ya da ailede iftar sofrasına muhakkak eli dolu gelir; kendine teşekkür ettirir ama bir tabağı sofradan kaldırmaz, elini işe sürüp kirletmez. Tezgâhında insanların acılarını kazanç kapısı yapan şeriatçı vakıfların kumbarası olur. Kasasına her para girdiğinde şükreder, ama o kasadan para alıp “Rus”a gider. Yine de namus bekçiliğini yapmaktan, insanların özeline burnunu sokmaktan geri durmaz. Çünkü velinimetinin dediği gibi yeri geldiğinde mahallenin bekçisi, polisi, bokyedibaşısıdır.

Ve bu adam çevresine islamcılık, iktidar övgücülüğü yaymakla kalmaz. Mültecilere fahiş fiyata sahte can yeleği satar; boğulup ölmeyenlerin koz olarak kullanılmasını ise büyük siyaset diye alkışlar. Bomba patlamış, ortalık can pazarına dönmüşken uzaklaşmak isteyen turistlere adam başı 100 dolar fiyat çeker. Fatih’te ramazanda sigara içen genci dövüp beyin sarsıntısı geçirmesine sebep olur.

Kızlı erkekli kartopu oynuyorlar diye Nuh Köklü’yü bıçaklar.

Karanlık bir sokakta polisle birlikte Ali İsmail’e pusu kurar.

Ve bizim gibilerden nefret eder. Çünkü aptallığı ve sinsiliği gereği, kazıklayamayacağı kadar akıllı insanları sevmemek onun için ideolojik ne kelime, içgüdüseldir.

Ne demiştik? Dindar, kindar ve asalak…

Bu adamlar kafa kesen cihatçılardan çok daha hayatımızdalar ve aynı şeye hizmet ediyorlar. Biz ise huzurumuz bozulmasın diye genelde ses çıkartmıyoruz. Oysa ailemizde, mahallemizde, her yerde bir karşı ağırlık oluşturmak, onların gerici salgısına karşı aydınlanmayı savunmak ve nasıl bir karanlığa hizmet ettiklerini deşifre etmek gerekiyor. Çünkü islamcılığın en büyük avantajı terörize olmuş ülkede meydanı boş bulması. Bu sayede en deli saçması iddiaları bile bol keseden atabiliyor ve iktidarlarını yıkılması imkânsız derecede güçlü gösterebiliyorlar.

Haftaya devam edeceğiz.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal