Korkun...

Türkiye sonu bugüne çıkan yola 2003 Kasımında iki sinagog ardından da HSBC genel merkezi ve İngiltere konsolosluğu havaya uçurulduğunda girdi.

O tarihte AKP Ortadoğu karanlığına sadece bir adım atmıştı. ABD ve İngiltere’nin Irak işgaline doğrudan ve açık destek vermek amacıyla çıkartılmış olan 1 Mart tezkeresini meclisten geçirememiş, utangaç bir lojistik destekle yetinmişti. Şeriatçı şerefsizler için fark etmedi. 57 insan öldü.

Saldırılar rotada en ufak bir değişiklik yaratmadı. Cumhuriyet ve medeniyet düşmanları, ülkenin dümenini “İslam alemi”ne kırıp, sabitlediler. Mesele salt ideolojik değil, aynı zamanda ekonomikti. Örnek olsun; İslam Konferansı Teşkilatı ülkelerinin Türkiye’nin ihracatındaki payı AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 4,7 milyar dolarla yüzde 13 iken, sürekli yükselerek 2014 yılında 48,6 milyar dolarla yüzde 31’e çıktı. Aynı dönemde Ortadoğu’nun payı yüzde 10’dan 22,5’e yükseldi. AKP iktidarı altında turizm gelirlerinin esasen kimlerden elde edildiği ve yabancılara mülk satışı söz konusu olduğunda başı hangi ülkelerin çektiği konusunda ise herhalde kimsenin şüphesi yoktur.

Petrol parasıyla terör finanse eden ülkelerle sonunu hiç düşünmeden hemhal oldular. Bu kaynaklardan para geldikçe, misliyle dünya piyasalarından borçlandılar. 130 milyar dolar düzeyinde devraldıkları dış borç stokunun üzerine 270 milyar dolar yeni borç yaptılar(1). Ekonomi şiştikçe para bolluğu faizleri düşürdü, herkes “kira öder gibi” ev kredisine girmeye başladı. Duvarında çerçeveli “evim, güzel evim” vecizesi asılı, garajında araba olan yuvacıkların izole güvenliğinde kendi küçük hayatına kapandı.

Ekonomik bolluğa liberal yalanlar eşlik etti. AKP asker vesayetini kaldırıyordu, sayısız darbe tehlikesini engellemişti, 12 Eylül’le hesaplaşacaktı, hatta on yılların kangren olmuş Kürt sorununu bile çözecekti. Zaman zaman aşırılıklar, ufak tefek hukuksuzluklar oluyordu ama o kadar kusur kadı kızında da olurdu. Bu yüzden yetmez ama evetti, bu yüzden her şeye rağmen Erdoğan desteklenmeliydi.  

Kabul edelim, uyuduk. Belki dincilerle kol kola girmedik ama liberalizme tav olduk. Murat Belge gibi, Ahmet Altan gibilerden AKP-Tayyip güzellemeleri dinleyip, ekonomik açıdan güvencesiz yaşantımızın endişesinin yanında en azından ideolojik endişemizi bastırıp huzur bulmaya çalıştık. Hayatımız yamuldu ama bıçak kemiğe dayanana kadar fark etmedik. Onca kredi öderken dışarıda içmek zaten lükstü, hem arkadaşlarımızla ev ortamı daha samimiydi…

2013 Haziran’ında pek çoğumuz aylardır ilk kez Taksim’e geliyordu.

Zaten o zamandan beri neredeyse hiç gitmiyoruz. Meydan petrol parası saçan şeriatçı hayvanlarla onların çarşaflı zevce ve cariyelerine kaldı.

Türkiye’nin Avrupa ile Ortadoğu arasında sıkışmışlığını Suruç katliamından hemen sonra tartışmıştık (2). Bu yüzden, bugün Mehmet Barlas çıkıp da ölen onca kişinin ardından “Ortadoğu ülkesiyiz normal böyle şeyler” dediğinde(3) kızalım, ama saçmaladığını zannetmeyelim. Barlas’ın isminin önüne pek çok nahoş sıfat takılabilir ama “aptal” bunlardan biri değil. Diğer liberaller Gezi’den sonra birer ikişer AKP karşıtı takılmaya başlarken o su alan gemiyi terk etmedi. Herhalde diktatör bu badireyi de atlatırsa özel danışmanı falan olmayı hesaplıyordur. Zaten söyledikleriyle de aslında mevcut durumu betimlemiyor, gerici iktidarın bekası için olması gerekene dair akıl veriyor: Diktatör ve partisinin başta kalabilmesi için bu ülke patronun işçiyi, erkeğin kadını, şeriatçıların kâfirleri katletmesinin kanıksandığı; polisle askerin tek işinin ülkenin başındaki despotun saltanatını korumak olduğu bir ilkellik çukuruna yuvarlanmalı.

Cumartesi sabahı o çukurun kıyısına birkaç adım daha yaklaştık.

Son on beş yılda Ortadoğu’da olanlardan çıkartılacak bir ders varsa, o da islamcı gericilikle (Dikkat! Sırf “Tayyip’le” veya “AKP’yle” değil!) asla uzlaşılmaması, ona mümkünse hiç yaşam alanı tanınmaması gerektiğidir. Çıkarttıkları dergide intihar saldırılarının “faziletini” falan tartışan(4) tekfiri yamyamlara kol kanat geren, demokrasi gereği eylem yapmadan onları tutuklayamayacağından bahseden bir iktidar var karşımızda. Bu adamlarla barış içinde bir arada yaşanmaz. Bunların hak ettiği ortalama bir sandık sonucuyla güçlerinin biraz budanması değil halk ayaklanmasıyla devrilip topluca yargılanmaktır.

Başımıza bir şey gelir diye mi korkuyorsunuz?

Korkun tabii, ben de korkuyorum.

En çok da, bir gün oturup sohbet edecek, aklımdakileri paylaşacak, dost bilecek tek bir insan dahi bulamamaktan, ülkemin o denli çölleşmesinden korkuyorum. İnsan bir kere ölür, ama insansız kalmış insan için her gün ölümdür.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal


(1) Karşılaştırma için: 3. Boğaz Köprüsü projesinin maliyeti, Kuzey Marmara otoyoluyla birlikte yaklaşık 1,5 milyar dolar.

(2) http://haber.sol.org.tr/yazarlar/nevzat-evrim-onal/iki-kultur-arasinda-1...

(3) http://haber.sol.org.tr/turkiye/mehmet-barlastan-tepki-ceken-katliam-yor...

(4) http://haber.sol.org.tr/turkiye/isid-turkce-dergisinde-intihar-saldirila...