Kıymeti yokluğunda anlaşılan ihtiyacımız: Güven

İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri kendisini güvende hissetmek ve bu, evrimsel süreçte kendimizi henüz “insan” olarak tanımlamadığımız zamanlardan beri sadece duygusal değil aynı zamanda sosyal bir ihtiyaç. Primatlar doğa karşısındaki fiziksel zayıflıklarını gelişkin zekâları, işbölümü ve dayanışmayla telafi ederek hayatta kalır ve bu üç sosyal olgu açısından en gelişkin primat olan insan için de güvenlik arayışı ne kadar içgüdüselse, onu diğer insanlarla olan ilişkilerde aramak da o denli içgüdüsel.

İçgüdüler her zaman doğru yolu gösterir diye bir kural yok. Hatta bugün artık ihtiyacımız kalmamış bazıları baskılanmadığı takdirde insanı uygarlaşmaktan alıkoyar. Ne var ki, güvence ve başka insanlara güvenebilme ihtiyacı insanlığın tarihsel ve toplumsal gelişimi boyunca hep olumlu, uygarlaştırıcı bir rol oynadı. Bir yanda, birey kendisini ancak başkalarıyla olan ilişkileri çerçevesinde anlamlandırabildiği için, çevremizdeki insanlara hissettiğimiz güven, pek çok psikolojik tuzak barındıran bireyleşme sürecine sağlıklı bir zemin sağladı. Diğer yanda ise, toplumun kalabalıklaşmasıyla ve işbölümünün karmaşıklaşmasıyla beraber, tanıdık insanlara hissedilen kişisel güveni aşan ve kişiliğimizi insanlığın tamamına daha soyut ve derinden bağlayan, daha gelişkin ve anonim bir güven duygusu edindik.

Özetle insan, çevresindeki insanlara güvendikçe bireyselliğini özgürce geliştirebildi ve insanlığa güvendikçe onun toplumsal gelişimine katkı koydu. Bu bağlamda, insanın ve insanlığın gelişiminde güven duygusu, insanı insanlığa yabancılaştıran bencillikten çok daha büyük ve olumlu bir rol oynadı.

Ve bugün çürüye çürüye insanlığın bütün sorunlarının kaynağı haline gelmiş özel mülkiyet düzeni her şeyden daha fazla bireyin insanlara ve insanlığa olan güvenine saldırıyor ve onu tahrip edebildiği ölçüde kendi aşağılık varoluşunu uzatıyor.

Hiç fark ettiniz mi, son yıllarda “babamıza bile” güvenmememizi vazeden ne kadar çok özlü söz, anekdot, caps veya şair-yazar alıntısı uyduruldu? “Gemisini yürüten kaptan” diye diye kimseye güvenmiyor, güvenmedikçe yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça her koyun gibi kendi bacağımızdan asılıyoruz. İnsanlar kazandıkları üç kuruş parayı dahi gönüllerince harcamak yerine bankaya koyuyor; devlet yüzde bilmem kaç oranında katkı lütfediyor diye üçer beşer bireysel emeklilik hesabı açtırıyor. Artık benim gibi “karınca gibi istifleyeceğime ağustos böceği gibi yerim” diyenlere iyice deli gözüyle bakılmaya başladı ve insanlar çocuklarını dahi aynı zamanda bir yaşlılık sigortası olarak görüyor.

Çünkü özel mülkiyet düzeni var olan eğreti güvenceleri dahi yok ediyor. Memurun iş güvencesine, işçinin kıdem tazminatına bunun için göz diktiler. Emeklilik yaşını bunun için ortalama yaşam beklentisine kadar yükselttiler. Sosyal güvenlik sistemini bunun için delik deşik edip insanları basit operasyonlar için izzet ikram karşılayan ama ölüm riski olduğunda kapıdan sokmayan lüks otel kılıklı özel hastanelere mahkûm ediyorlar.

Ve çünkü artık para babalarından başka kimseye daha iyi bir yarın sunamayan bu düzen ayakta kalabilmek için koşulsuz itaate muhtaç ve insanları böylesine boyun eğmeye zorlamanın tek yolu akıllarını korkuyla bulandırıp onları kişiliksizleştirmek. Güvencesizlik ve belirsizlik şiddetlendikçe, yalnızlaşmış insanın güven arayışı çaresizlik içinde paniğe dönüşüyor. Böylelikle tüm güvensizlik ve korkunun kaynağı olan özel mülkiyet düzeninin kurumları çözüm zannediliyor. İnsanlar devlete, bankalara, çalıştıkları şirkete, tarikatlara, cemaatlere, sözde muhalif özde liberal vakıflara sımsıkı sarılıyor.

Bu düzeni devirmeden insanlara maddi güvence sağlayamayız; devirebilmek için ise insanın güven duygusuna sahip çıkmak, onu korumak ve yeşertmek zorundayız.

Üstelik gün tam da bugün. Üzerinde yetmiş beş milyon insan yaşayan ülkenin kaderini cebir ve yalanla ele geçirmiş gerici çete kendi ikbaline mahkûm ettiği sermaye çıkarları için ülkeyi iç ve dış savaşa kadar sürüklemeye hazır görünürken, ne güvencesi? Sadece geçtiğimiz yılda 1700’den fazla işçinin iş cinayetlerinde öldüğü, iki katından fazlasının trafik kazalarında can verdiği, kadın cinayetlerinin, ensest ve pedofil sapıklığın ayyuka çıktığı bu yeryüzü cehenneminde, ne geleceği?

Bu düzende güven duygusuna zemin sağlayabilecek hiçbir şey kalmadı. Kendine hayrı kalmamış aile, fertlerini birbirine düşman eden bir hapishaneye dönüştü. Şirketlerde işçiler patrona karşı dayanışacaklarına birbirleriyle rekabet ediyor. Kurumsallaşmış din her türlü hırsızlık ve ahlaksızlığın kılıfı haline geldi. Milliyetçiliğin takım tutmaktan farkı kalmadı. Ve nihayet içine edip üstüne tüy diktikleri devletle beraber vatandaşlık bağı bütün anlamını yitirdi.

O halde gün, yoldaşlık günü. Güven duygusunun bambaşka bir bağlamda yeniden kurulacağı yer de, devrim mücadelesinden yükselecek yeni insanlar arasındaki bu dava yoldaşlığı olacak.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal