İnsanlık bombalardan güçlüdür

Bu hafta müsaadenizle köşeyi Türkiye sinemasında yıllardır çekilmiş en önemli filmlerden biri olduğunu düşündüğüm Yolculuk’a ayıracağım.

Soru şu: Bir intihar bombacısını anlayabilir miyiz; ya da bir insan evladından, bedenine bombalar sarıp insanların içinde kendisini patlatan bir canavar yaratan karanlığı? Kastım empati kurmak, “anlayış geliştirmek” falan değil. Mücadele etmek için, yenebilmek için anlamaktan bahsediyorum.

Anlaşılmayan şey, korku üretir. İslamcı kıyıcılığın uygar insan tarafından bu denli korkutucu bulunmasının temel sebebi bu. Tekfiri yobazlık günümüz ekonomi politiğine gayet uygun, hatta onun bir ürünü; ama modern kentli toplumun gündelik değer yargıları ile kavranamıyor. Terör her şeyden fazla bundan besleniyor ve bu etkiyi güçlendirmek için kendisini bilinçli bir biçimde olduğundan daha karmaşık gösteriyor. Abuk subuk kıyafetler, sakal bırakmalar, düşmanlarını ritüellerle, kafalarını keserek öldürmeler… Bu şov (evet, şov!) tuttuğu ölçüde karşımızda bildiğimiz her şeye aykırı, adeta doğaüstü bir kötülük var zannediyoruz.

Kavrayamadığımız şeyle mücadele edemeyiz, çünkü zayıf noktalarını kestiremeyiz. Bu yüzden çoğumuz İslamcılığın bizim tarafımızdan yenilebilir olduğunu düşünmüyor ve bir silahlı gücün, ordunun veya ABD’nin bu işi bizim yerimize halletmesini umuyor. Çünkü karşımızda tarihöncesinden bugüne zaman yolculuğu yapmış ve eline modern silahlar geçirmiş bir mistik karanlık var sanıyoruz. Ve eğer durum buysa, onunla ancak daha üstün bir silah gücüyle mücadele edilebilir; o da bizde yok.

Çaresizlik hissimizin altında bu yanlış kanı var.

Oysa insanlığa düşman bütün ideolojiler gibi İslamcılığın da asla kurtulamayacağı bir zayıflığı var: Var olmak ve yayılmak için insanlıktan çıkarttığı insanlara muhtaç.

Charlie Hebdo katliamının ardından “onlar ölüme âşık, biz dolu dolu yaşamaya” diye yazmıştım. Bunun bizim açımızdan bir olumsuz tarafı var kuşkusuz: Hayatı sevdiğimiz için ölümden çok korkuyoruz. Öte yandan varoluşun ta kendisi bizden yana çünkü hayatın dışında bir insani varoluş yok. Hayatın dışı hiçlik, nihil. Orada durmaya çalışmak, başkalarını da orada durmaya zorlamak, hiç coşkuyla âşık olmamak, sevip sevişmemek, hayatın güzelliklerini “günah” deyip içselleştirmemek, insan olmamak demek.

Ve evet, bu bağlamda, üzerine bombalar bağlayıp kendisini patlatan da, onu buna ikna eden de biyolojik bir tanımın ötesinde “insan” değil.

Ama tam da bu yüzden yenilecekler, çünkü her insan evladı, insanlaşmak ve insan gibi yaşamak ister.

Yolculuk, bu gerçeği anlatmak için yola çıkıyor ve galasında izleme şansı bulduğum için rahatlıkla söyleyebilirim ki, karşımızda tarihsel değerde bir eser var. Yönetmen Mustafa Kenan Aybastı, selefiliğin içinden geliyor; bir bakıma kişisel de bir hikâye anlatıyor. Bu sayede Yolculuk, bir yanıyla Takva gibi İslamcıların etraflarına gerdikleri sır perdesini yırtıp atan, diğer yanıyla da Çoğunluk gibi genç insanların kötülüğe nasıl ikna edildiğini anlatan bir film. Ama ikisinde de olmayan bir paha biçilmez unsur daha barındırıyor: Umut. Çünkü karşımızda, ulaşılamaz, kavranamaz ve dokunulamaz bir “karanlığın kalbi” değil, var olmaya devam etmek için sürekli gencecik insanları insanlıktan çıkmaya ikna etmek zorunda olan bir şerefsiz alçaklar çetesi var.

Ve kaybedecekler, çünkü #İnsanlıkBombalardanGüçlüdür. Yolculuk bize, bunun nasıl olacağına dair çok önemli ipuçları sunuyor.

Bir not:
Özel mülkiyet düzeninin en alçak yanlarından biri bizi güzelin, iyinin, niteliklinin peşinden koşamayacak kadar yorması ve elimizin en kolay ulaşacağı yere çirkin, kötü ve niteliksizi koyup üzerine fiyat etiketi takmasıdır. Bu yüzden tüketim toplumu kolaylık olduğu kadar kalitesizlik toplumudur ve bilhassa konu kültür ve sanat olduğunda, nitelikli olana ulaşmak ve onu kavramak emek vermeden, yorulmadan mümkün değildir. Kolpaçino kolpalığının, Recep İvedik hayvanlığının bu kadar izlenmesi sadece lümpen yığınlara hitap etmesinden değil, arkasında sermaye olması ve tüketim toplumunun tüm kolaylıklarını kullanıyor olmasından kaynaklanıyor.

Sanılanın aksine, nitelik kendiliğinden başarıya ulaşmaz.

Yolculuk’un arkasında sermaye yok, büyük yapımcı şirketler yok. Üstelik film, Türkiye’de özel mülkiyet düzenin işine çok yarayan islamcı karakterine hayli ağır bir darbe vuracak bir içeriğe sahip. Dolayısıyla bu filme tüketim toplumunun kolaylıkları sunulmayacak. Dahası, ideolojik keskinliğinden dolayı çoğunluğu liberal olan kültür-sanat camiası tarafından da muhtemelen sessizlikle geçiştirilmeye, boğulmaya çalışılacak.

Bugüne dek Türkiye’nin en büyük sorunu olan islamcı gericilik hakkında yalnızca bir tane düzgün işe filmi çekilmiş olması tesadüf mü? Değil. “Dokunan yanar” prensibi burada da işliyor.

Yolculuk, bu prensibin üzerine “yanmazsak karanlıklar aydınlığa çıkmaz” cesaretiyle gidiyor. Dolayısıyla, eğer nitelikli sanata ve aydınlanmaya değer veriyorsak; 22 Nisan’da gösterime girdiğinde nerede oynuyorsa gidip izlemenin bizim için salt bir eğlence değil, aynı zamanda bir görev olduğunu düşünüyorum.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal