Gökdelen

İki sebepten olan ve olmaya devam edene dair bir analiz yazmayacağım. Birincisi, basında, sosyal medyada ve dost sohbetlerinde analiz yokluğundan değil bolluğundan muzdarip olduğumuzu düşünüyorum. Hedef gösterilmemize vesile olan “okumuşluğun” laneti olsa gerek; parçası olmadığımız sosyal olayları yönlendirmek şöyle dursun, kelimenin gerçek manasıyla anlayamayacağımızı bir türlü öğrenemedik. İkincisi, Komünist Parti’nin şu aşamada mümkün olan en açık ve (bir doğrultu gösteriyor olduğu için) en faydalı değerlendirmeyi yaptığını düşünüyorum.

Müsaadenizle bir öykü anlatacağım bu hafta, büyük yazarımız Tahsin Yücel’e saygıyla.

***

Evvel zaman içinde, insanlık taş üstüne taş koyabilmeye başlayınca, kabileler mağaralarda değil, evlerde yaşamaya başlamış. Tabii evler mağaralardan güvenli olduğu için kabileler büyümüş, evleri de büyütmek gerekmiş. Ama ne ev mağaraya, ne de ev yapabilen insan (artık) mağara insanına benzediği için evler genişlemektense yükselmiş. Böylelikle üst katlarında kabile şefleri, alt katlarında ise çalışıp didinip kabilenin yemeğini üreten, hatta evi inşa edenlerin yaşadığı kuleler ortaya çıkmış.

Zamanla kuleler de değişip gelişmiş. Başta piramit şeklindeymişler, taşları kölelere taşıtılırmış. Ardından tepesinde yaşayanların vampir olduğu rivayet edilen şatolar yapılmış. Son olarak da insanlık, en görkemli, en konforlu ve en yüksek, yani üst katlardakilerin alt katlardakilere en uzak olduğu kule olan Gökdelen’i icat etmiş.

İşte öykümüz de bu gökdelenlerden bizimkinde başlamış.

Bir gün, bir deprem gökdelene büyük zarar vermiş, hemen ardından da bir müteahhit çıkagelmiş. Gökdelenin yöneticiliğine talip olan bu müteahhit, onu yalnızca tamir etmeyi değil, kat üstüne kat çıkıp bulutların üzerine yükseltmeyi vaat ediyormuş. Bu vaatler üst katlarda oturanların kulağına hoş gelmiş. Zaten onlarca yıldır manzaralarının pek değişmemesinden rahatsızlarmış. Böylelikle anlaşmaya varmış, el sıkışıp gökdelenin anahtarını takdim etmişler.

Müteahhit hemen işe koyulmuş. Bir yandan başka gökdelenlerden büyük borçlar alıp, bir yandan da gökdelende kabilenin tümünün kullanımına açık bahçe, okul, hastane ne varsa satıp topladığı parayla kat çıkmaya başlamış. Üst katlardakiler hallerinden memnunmuş, çünkü manzaraları gerçekten de güzelleşiyormuş. Alt katlardakiler de hallerinden memnunmuş çünkü gökdelene her kat çıkıldığında inşaatta çalışıyor, elleri ekmek görüyormuş. Her şey böyle güllük gülistanken de “bu binanın statiği bunca yeni katı kaldırmaz” diyen birkaç bozguncuya kimse kulak asmamış.

Bu arada müteahhit yalnız başına çatı katına taşınmış; hizmetkarlarından başka kimseyi yanına sokmaz olmuş.

Ne var ki, zamanla gökdelende huzursuzluk artmaya başlamış, çünkü bina gerçekten de üzerine binen ağırlığı kaldıramıyor, her yerde kolonlar, kirişler bel veriyormuş. En küçük depremde, hatta rüzgârın sertçe estiği günlerde bile gökdelen sallanmaya, orasından burasından parçalar düşmeye başlamış. Hele ki binanın bir yerinde insanlar toplandığında büyük tehlike oluşuyor, koca gökdelen devrileyazıyormuş.

Müteahhit her sarsıntıda birilerini gökdelen haini ilan ediyor, bazen yaverlerinden birini çatıdan atıyor, hasarı alelacele ve yarım yamalak tamir ettiriyor; bir yandan da sürekli “gökdelenimizi dünyanın en görkemli gökdeleni yaptığımız için bizi kıskanıyor, yıkmak istiyorlar” diyormuş.

Üst katlarda oturanlar bunun yalan olduğunu biliyor, ama son yıllarda manzaraları pek güzelleştiği için ses çıkartmıyormuş. Alt katlarda oturanlara ise, ufukta ucu görülen başka gökdelenlerin kendilerininkinden yüksek olduğunu anlamasınlar diye, okullarda, mabetlerde ve televizyonlarda dünyanın düz olduğu anlatılmaya başlanmış.

Böyle böyle, bu güne gelinmiş.

***

Hikâyenin sonunu yazamayacağım, çünkü daha yaşanmadı. Ama artık hepimiz gökdelenin yıkılmasının kaçınılmaz olduğunu görüyoruz.

Üst katlarda oturanlar için hava hoş. Onların binip gidecekleri helikopterleri, başka gökdelenlerde lüks daireleri var. Biz ise bunca katın başımıza yıkılması tehlikesiyle yaşıyoruz.

Ama kurtulmanın bir yolu var. Buna dilerseniz “önleyici yıkım” da diyebiliriz. Gökdelenin sol yanında bir yerlerde kızıl bir flama var. Öyle gizli saklı değil, bulması kolay. Hepimiz, ya da en azından çoğumuz kol kola girip onun etrafında toplanırsak bina ağırlığımızdan eğilir, kırıldığında da üstümüze değil, yana devrilir. Yok, eğer kendi ağırlığından, veya başka bir gökdelenden atılacak bir füzeden, veya ortasına çarpacak bir savaş uçağı yüzünden yıkılmasını beklersek, yüzlerce katın betonu, çeliği altında kalırız.

Birincisi olursa, belki enkazı temizlemek zaman alır ama artık gökdelende değil, biri ötekinden büyük olmayan güzel, bahçeli evlerde oturabileceğimiz yeni bir hayat kurabiliriz. İkincisi olduğunda ise sağ kalanlarımız enkazdan çıkıp ölenleri gömene kadar yeni gökdelenin ihalesini çoktan başka bir müteahhide vermiş olurlar.

Seçim (bir türlü anlamasak da) bizim.