Dikenli bitkiler

Çorak topraklarda ve çöllerde genelde sukkulent bitkiler yaşar. En bilinenleri kaktüsler olan bu bitkilerin gövdeleri bol miktarda su tutacak biçimde evrimleşmiştir. Yaşam için vazgeçilmez olan su böyle yerlerde bilhassa kıt olduğu için sukkulent bitkiler su dolu gövdelerini korumak zorundadır; aksi takdirde susuzluk çeken herhangi bir hayvanın, örneğin bir çakal veya sırtlanın onları parçalayıp yemesi işten bile değildir. Bu yüzden sukkulent bitkiler genelde dikenlidir.

Belki garip gelecek ama bana sorarsanız, biz bu bitkilere benziyoruz.

Bu ülke 1980 sonbaharında çölleşmeye başladı, AKP döneminde ise tüm canlılığını yitirdi. Kültür ve sanat yozlaştırıldı, bilim ve eğitim niteliksizleştirildi. İslamcı gerici kanser ülkenin güzelliklerini kuruttukça, biz güzellikleri içimizde tutacak ve gözümüz gibi koruyacak biçimde evrimleştik. Pırıl pırıl, aydınlık düşüncelerimiz, insanlığın evrensel zenginliklerinden beslenen zevklerimiz ve bunları korumak için kabuklarımız, dikenlerimiz var. Çünkü mütemadiyen saldırı altındayız. İşyerinde bir yandan patron baskısıyla, mobbingle; diğer yandan ofis komplolarıyla, ayak oyunlarıyla boğuşuyoruz. Dışarı çıkıyoruz, bu sefer tiyatromuz kapatılıyor, iki kadeh içkimiz yasaklanıyor, çocuğumuzu gönderdiğimiz okul imam hatip yapılıyor ya da nefes almak için gittiğimiz parkımızın ortasına cami inşaatı başlatılıyor.

Bu karanlıkta bedenimiz, eylemimiz esir ve özgür olabilecek tek şey düşüncelerimiz. Bu yüzden onlara sımsıkı tutunuyor ve asla dokundurtmuyor, tartıştırmıyoruz.

Ne var ki; acımasız bir diyalektik işliyor. İnsan aklı ancak kolektif içinde, hemcinsleriyle hemhal olduğunda gelişir. Kötülükleri dışarıda tutmak için savunmalarımızı güçlendirdikçe kendimizi içeri hapsediyor, gelişmemizi kötürüm etmeye başlıyoruz. Bir çeşit bireysel muhafazakârlaşma bu. Doğrularımızı bizi ezenlerden sakınmak için öylesine korumaya aldık ki; onları savunmaktan bizi daha nitelikli doğrulara götürecek tartışmalar yürütemiyoruz. Liberalizmin en sinsi zokası, insanı yalnızlaştırma aracı olan “herkesin doğrusu kendine” yalanı yüzünden kol kola giremiyor, bizi ezen karanlığın üzerine güçlü ortak fikirlerle yürüyemiyoruz.

Gericileri güçlü kılan şey aşağılık düşüncelerinde hemfikir olmaları. En iğrenç şey cahilin özgüvenidir ve bu özgüveni kenetlenmişliklerinden alıyorlar. Biz onlar gibi olamayız; gelişkin aklımızı salt hemfikir olalım diye kenara koyamaz, biat kültürü üzerinden birlik kuramayız.  Dolayısıyla bu gerici kuşatmayı dağıtacak bir bütünlük oluşturmak istiyorsak, önce aklımızı ortaklaştırmak zorundayız. Hepimiz çok öfkeliyiz, ama 2013 Haziranında gördük ki, kavganın en şiddetlendiği anda dahi hayat mücadele vektörlerinin bileşkesini kendiliğinden almıyor.

Bir de, çölleşmekte olan bir ülkede boy atmış bitkiler olduğumuzu asla unutmayalım. Bu çölleşme her şeyden önce siyasette yaşandı. Anne babalarımız bizi “aman siyasi işlere bulaşma” diye yetiştirdi; hayatımız boyunca gördüğümüz siyasetçilerin de sadece sonuncusu değil istisnasız hepsi yalancı, çıkarcı ve alçak adamlardı. Bu yüzden siyaset bizim için hem korkutucu, hem sevimsiz ve son tahlilde yapmaya tenezzül etmeyeceğimiz bir faaliyet olageldi. Bu yüzden büyük bir enerji ve samimiyetinden zerre şüphe duyulmayacak bir öfkeyle sokağa döküldüğümüz Haziran’ın devamını getiremedik, karşımızdaki karanlığa öldürücü darbeyi vuracak adımları atamadık.

Bir dahaki sefere kesin bir sonuç almak için bu eksikliğimizi kapatmalıyız. Bunun için, bize zor gelse de doğrularımızı birbirimizin eleştirilerine açmalı, içtenlikle ve düşüncelerimizi geliştirmeye, gerekiyorsa da değiştirmeye açık olarak tartışmalı, bizi içine sokmaya çalıştıkları tımarhaneden çıkışı hep birlikte aramalıyız.

(Müsaadenizle, bu yazıyı bugüne dek "bence yanlış düşünüyorsun" dediğimde tartışmayı birlikte derinleştirmek yerine bana kızıp kapatan tüm insanlara ithaf ediyorum.)


[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal