Bizim olmayan bir kaleden salvolar

Bu ülkenin AKP karanlığından kurtulması ve aydınlık, özgür bir ülke olmasını isteyen herkes, Hürriyet gazetesinde 19 Mayıs’a denk gelen ve Tayyip Erdoğan’a meydan okuyan başyazıyı dikkate almalı.

Hürriyet, bizim gibi görünüp bizim olmayandır. Görünüşte Türkiye’nin modern yüzü; özünde ise o modernleşmeyi kendi çıkarlarına feda eden patronlar sınıfının evimize kadar girmiş basın bültenidir. Ülkenin eğitimli emekçileri olarak aramızda anket yapsak, çocukluğumuzu geçirdiğimiz 12 Eylül dönemi ve ANAP iktidarı yıllarında evlerimizde Cumhuriyet’ten çok Hürriyet okunduğunu görürüz. 12 Eylül atmosferinde terörize olup pısmış, siyaseten bitkin düşmüş ailelerimize Turgut Özal’ın uygar her insanı dehşete düşüren kuralsız ve laubali emek düşmanlığı karşısında Emin Çölaşan’ın aynı derecede laubali küstahlığı, Uğur Mumcu’nun vakar ve derinliğinden çok daha gündelik olarak tüketilebilir gelmişti. Bu sığlaşma, “dinsizin hakkından imansız gelir” pragmatizmiyle meşrulaştırılıyor ve kabulleniliyordu.

Sonra Uğur Mumcu katledildi. Ailelerimiz de onu gözyaşları içinde uğurladı ama Hürriyet almaya devam etti. Böylelikle, 12 Eylül’ü lanetle andığı şüphesiz yüz binlerce insan ve çocukları her sabah güne darbeyi Halit Narin’in “artık işçiler ağlayacak biz güleceğiz” coşkusuyla, Vehbi Koç’un satırlar dolusu gaddarlık talebi sıralayıp lafın gelişi bir “emrinize amadeyim”le biten mektubuyla karşılayan TÜSİAD’ın basın bültenini okuyarak başladı. Üstelik bu bağ gizli saklı da değildi. 12 Eylül’ün çok doğru ve yerinde bir müdahale olduğunu düşündüğünü hiç saklamayan Ertuğrul Özkök, 1989’dan 2009’a 20 yıl boyunca Hürriyet’in genel yayın yönetmenliğini yaptı.

Marx, bir eserinde “egemen sınıf, kendi çıkarlarını toplumun tüm üyelerinin ortak çıkarı olarak göstermek zorundadır” der(*). İnternet sitelerinin popülerliğini ölçen Alexa’ya göre Türkiye’de Google, Facebook ve Youtube’dan sonra en çok ziyaret edilen internet sitesine sahip olan Hürriyet, patronlar sınıfının kendi çıkarlarını çağdaş bir ülkede, refah ve huzur içinde yaşamak isteyen milyonlarca emekçi insana kendi çıkarıymışçasına benimsetme aracıdır.

19 Mayıs başyazısı bu yüzden dikkate alınmalıdır: Bize ait olmayan bir kaleden, büyük patronların kalesinden hepimizin nefret objesi haline gelmiş adama yapılan sert bir uyarı atışı olduğu için.

13. yılını yarılamış olan AKP diktatörlüğü siyaseti öyle fakirleştirdi ki, ülke sonunda ortadan ikiye çatladı. Ya AKP’cisiniz ya da AKP karşıtı. Ne var ki bu gerilimi yüksek ama içeriği sığ kapışmada karşıt gibi görünen başlıca taraflar aslında birbirlerini tamamlıyorlar. Bir yanda kendisini yalamak isteyen taraftarlarının oyları ile kaç tabancası ve mermisi olduğunu sayıklayan jöleli fedailerinin klavye kovboyluklarıyla iktidarını korumaya çalışan Tayyip Erdoğan var. Karşısında ise sözcüsü bir kez daha Hürriyet olan modern zenginlik, kibarlığı elden bırakmadan meydan okuyor ve sınır çiziyor. Hiç tesadüf olmayacak bir biçimde aynı gün Fatih Altaylı 2013 Haziranı’nda yaptığı, her tarafından vıcık vıcık yağ damlayan Teke Tek’in mahrem reklam arası anılarını anlatıyor; o günlerde öfkeyle kapısına dayandığımız Ferit Şahenk’in NTV’si ise şarkıyı nasıl icra edeceği baştan belli olan Boğaziçi Caz Korosu’nu canlı yayına çıkartıyor.

AKP karanlığına boyun eğmeyen biz kentli, eğitimli emekçilerin de korku ve tiksinti içinde birincisinden kaçıp ikincisinin güvenli kollarına sığınmamız bekleniyor.

Oysa Hürriyet’ten gelen salvolara, Aydın Doğan’ın “sizin döneminizde 1’e 5 kazandım” sözünü hatırlatarak yanıt veren Tayyip Erdoğan haksız değil. İktidarı boyunca (kimilerine, bilhassa da kendine daha fazla olmak kaydıyla) burjuvaziye hizmet etti. Türkiye’nin dış borçla büyüyen ekonomisi patronların kasalarını doldurdu, bizim payımıza ise toplamda üç yüz elli milyar lirayı aşan kredi borcu düştü. Ama patronlar sınıfı acımasızdır. Çıkarlarına hizmet ettiğin müddetçe, özgürlükleri için meydanlara çıkan insanları öldürtmene ses çıkartmaz; sadece bir otelin kapısını açık bırakıp kendisini insanlık suçundan sıyırır. Ama sadece Meclis’in yarısından fazlasını değil bütün devleti elinde tutmana rağmen ülkenin en büyük otomotiv fabrikalarında üretim durduysa, her gün milyonlarca dolar zarar ediliyor ve ufukta işçilerin taleplerine boyun eğmekten başka çözüm görünmüyorsa, kaç oy alırsan al yönetme ehliyetin kuşkulu hale geliverir.

Bu kapışma nereye evrilir öngörmek güç, ama önemli olan bu değil. Mevcut çatışmalı ortamda emekçiler henüz bağımsız bir taraf olamadı. Bu sağlanmadığı müddetçe de ortaya çıkacak sonuçta çıkarlarımız yer almayacak. Dolayısıyla, AKP’nin içine ettiği kentli, modern yaşantı bizim için ne denli değerli olursa olsun Sabancı’nın müzesine, Eczacıbaşı’nın kültür-sanat vakfına, Borusan’ın filarmonisine, Koç’un Divan Oteli’ne ve Doğan’ın Hürriyet’ine kanmamalı, kendi çıkarlarımızı bağımsız bir hat olarak dayatmalıyız.

Bu ülkenin üzerine çöken gerici karanlığın kutsal üçlemesinde Kenan Paşa baba, Tayyip Erdoğan oğul, Türk-İslam Sentezi de kutsal ruhtur ve bu üçleme, otuz beş yıldır moderniyle dincisiyle burjuvaziyi zengin etti; bizi ise hem sömürüp yoksullaştırdı, hem İslamcı gericiliğe mahkûm etti. Çıkarımız bu üçlemenin reforme edilmesinde değil, sıfırlanmasındadır.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal

Not: Yarın saat 19.30’da İzmir Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde buluşup, Distopya Ülkesinde Geleceğimizi Arayacağız. Bekleriz…

* Marx ve Engels, Alman İdeolojisi, Evrensel Basım Yayın, Çev. Tonguç Ok ve Olcay Geridönmez, s.53-54.