Bireyi kurtarmak için…

Artık şüpheye pek yer bırakmayacak derecede açık hale gelmiş durumda: Bizim kuşağın ruhunu kemiren amaç ve anlam yokluğu sorununu “Birey”i özgürleştirmeden; onu sahip olduğu düşünme becerisi kullanılmaya kullanılmaya körelmiş bir hayvana indirgemeye çalışan özel mülkiyet düzeninin pis, çamurlu zincirlerinden kurtarmadan çözemeyeceğiz. Buna heyecanlanmalı mıyız bilemiyorum; ama tarihin önümüze koyduğu, çağımızın temel felsefi görevi bu: Hazcı ilkelliği püskürtmek ve Birey’in kendisinin, potansiyelinin farkına varmasını sağlamak.

Bunun için öncelikle bir yanılgıyı dağıtmak gerekiyor. Birey, insanın yalnızlaştırılmış, maddi ve felsefi tüm ilişkilerden arındırılmış çıplak hali değil ve başlangıçta da böyle tanımlanmadı. Birey, aydınlanma çağının, insanın ezelden beri temel felsefi sorunu olan varoluşuna yanıt niteliğinde ürettiği soyutlamaydı ve özündeki kavram bilinçti. Descartes “şüphe ediyorum, öyleyse düşünüyorum, öyleyse varım” dediğinde, meselenin zeminini koymuştu ve birey, bir Rönesans heykeli gibi, bu kaidenin üzerine inşa edilecekti.

Kaide sağlamdı, ne var ki malzeme defoluydu. Yeni insanın heykelinin yontulacağı mermer bloğun ortasından kapkara bir özel mülkiyet damarı geçiyor, onu mülk sahipleri ve mülksüzler olarak ikiye ayırıp birbirine, kendine yabancılaştırıyordu. İnsanın maddi varoluşundaki bu adaletsizlik sürdüğü müddetçe, o varoluşun bilincine varılması ve bununla yetinilmesi aydınlatıcı olamazdı. Zaten olmadı: En önemli özgürlük özel mülkiyet biriktirme özgürlüğü olarak kaldıkça, insanı insana yabancılaştıran, insanı insana esir eden o özgürlük diğer bütün özgürlükleri yok etti. Son yüz yılı bilhassa şiddetli geçen dört yüz yıllık mücadelenin ve okyanusları dolduracak kadar kanın ardından burjuva medeniyeti, tüm toplumsal beslenme damarları kopmuş, hiçbir şeyin bilincinde olmayan, kendisini dahi bilmekten ziyade duyumsayan bir “Birey” uydurmak zorunda kaldı.

Dr. Frankenstein’ın yaratığı gibi, her tarafından yamru yumru dikiş izleri geçen; bir cinsel, dinsel ve milli kimlikler kolajı olan bu kendine yabancılaşmış bu sahte “Birey” 20. yüzyılın ve modern uygarlığın enkazından sendeleyerek iki ayağının üzerine doğruldu ve efendilerine kendisinin ne olduğunu, onu neden yarattıklarını sorma zahmetine bile katlanmadan kaprisli bir çocuk gibi “eğlendirin beni!” diye bağırdı.

Ve ekledi: Haz alıyorum, öyleyse varım.

Neyse ki insanlık burjuvazinin kendi bencilliğinin kötü bir suretinden ibaret olamazdı ve dört yüz yıllık mücadele, fikrin orijinal haline sadık bir bireyi yaratmasa da, potansiyelini canlı tuttu ve geliştirdi. Özel mülkiyetin olmadığı eşitlikçi bir toplum mücadelesi bu toplumu kuracak ve yaşatacak olan Yeni İnsan’a dair düşünceyi de derinleştirdi ve Descartes’tan yaklaşık 300 yıl sonra Sartre varoluşun yalnızca durağan bir farkındalık değil, insanın eyleminin sonuçlarının da bilincinde olması anlamına geldiğini vurguladı. Bununla da kalmadı; bu düşünceyi mantıki sonucuna kadar götürdü ve “varoluş insanın kendi bireyselliğinin ötesine tüm insanlıktan sorumlu olmasıdır” deyiverdi.

Geçen haftaki yazıyı bitirirken vurguladığımız sorumluluğumuzun felsefi kökü bu kadar derinde işte.

Kuşkusuz, bu sorumluluk karşısında en kolay ve sıradan olanı, hemen herkesin yaptığı gibi moratoryum ilan etmek. Sonuçta hayata bir kere geliyoruz; her hafta en az elli saatimizi şirkette, bir o kadarını uykuda, on beş saatini trafikte vb. geçirdikten sonra geriye yaşamak için ne kalıyor ki? Onu da mutlu olmak, keyif almak için harcamak varken sorumlulukmuş, aydınlanmaymış, kurtuluşmuş bunlar boş iş gibi görünür.

Çoğunluğa öyle görünecek zaten. Çünkü varoluşunu duyumsadığı hazlarla anlamlandırmaya çalışanlar bir uygarlığın ürünü olabilirler ama yeni bir uygarlık kuramaz ve uygarlıkları yıkılırken ona sahip çıkamazlar. Ama tarihteki her karanlık dönem gibi bunun da sonu gelecek ve sayıca bir avuç görünen bir grup yeni insan, boyutlarının bugünden tahmin edilmesi imkânsız bir yangın çıkartıp tüm dünyayı bir kez daha aydınlatacak. Bana sorarsanız bu yangının süpürüp kül edeceği dogmaların başında da haz ile mutluluğun aynı şey olduğu düşüncesi olacak.

Sorumluluğumuz, bu yeni insanlar olmak. Kelimenin gerçek anlamıyla Birey olmanın; farklı ve farkında olmanın da başka yolu yok zaten.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal