Bir ölümün ardından…

Geçtiğimiz hafta, Moratoryum başlıklı yazımın ilk satırlarında, “erteleme” anlamına gelen bu kelimenin ölümü çağrıştırmasından bahsetmiştim. Yazının yayınlandığı saatlerde bir insan, Mehmet Pişkin, benzerliğin sadece kelime kökünde olmadığını hepimize gösterdi. Tüm tanıyan ve sevenlerin affını dileyerek bu hafta köşemi ona ayıracağım ve anısına saygısızlık etmemeye gayret ederek, bize bir insanın sonundan çok daha fazlasını anlattığını düşündüğüm ölümünden yola çıkarak bir şeyler söylemeye çalışacağım.

John Carpenter’ın Çılgınlığın Ötesinde filminde, insanlığın sonunun geldiğini bilen dedektif Trent, “her canlı türü soyunun tükenişini hisseder” der. Türlere genişletilemeyecek bir iddia bu, ama insanlık için bir açıdan doğru olduğunu düşünüyorum. Sorgulayıcı aklı ve hayata dair algıları biraz açık her insan, içinde yaşıyor olduğu uygarlık çürüyüp çökmeye başladığında bunun alametlerini fark eder. Toplumsal ilerleme belki son durağa gelmiş bir buharlı tren gibi istim salarak durmaz, ama hiçbir yere ulaşmayan bir dairesel hatta dönmeye başlar. Hayat kısırlaşır, en üretken insanı dahi köstekler hale gelir. Sanat kendisini tekrar etmeye, sanatsever daha güzeli aramaya değil bu tekrarı oburca tüketmeye alışır. İktidar despotların meşgalesi olur çünkü artık yönetenlerin elinde yönetilenlere vaat edecekleri, daha iyi bir yarına giden bir yol haritası yoktur sadece harisçe, dört elle sarılıp dişlerini geçirdikleri ve hiç bitmesin diye uğraştıkları bir bugün vardır. Despotluk bunun sürdürülmesinin tek yoldur.

Bahsettiğimiz, artık boyu hiç büyümeyen bir pastadan hep daha kalın bir dilim kapmaya çalışan üçkâğıtçıların, kasaba avukatı kılıklıların, zübükzadelerin uygarlığıdır. Bu çürüyen uygarlıkta güzele, naziğe, kaliteliye yer yoktur. “Nazik, neşeli, eğlenceli, akıl ve ruh olarak böyle bir incelik ve derinliğe sahip birisi olmayı çok önemsedim ve şu anda bunları korumak ve sağlamak ciddi bir yük haline geldi benim için. Bu konuda takatimin artık tükendiğini ve işin o karanlık tarafının daha ağır geldiğini ve taşıyamadığımı ve bir şekilde bununla ilgili donanımları da zaman içinde geliştirmediğimi fark ettim” diyen Pişkin’in bahsettiği, budur.

Samimiyetle sormak istiyorum, çoğumuz bu hissiyatı taşımıyor muyuz? Yiğit Özgür’ün o olağanüstü karikatüründe pencereden bakıp “bu ne lan, dünün aynısı” diyen adam gibi değil miyiz? Felaket filmleri izlerken içimizden gizli gizli insanlığı yok olmasını dilemiyor, mucizevî bir şekilde kurtulduğunda hayal kırıklığına uğramıyor muyuz? İnsanları korkutup hizada tutmak için uydurulmuş dinsel kıyamet masallarını okuduğumuzda “keşke olsa” dediğimiz olmuyor mu?

Evet, pek çoğumuzun koşulları Mehmet Pişkin’e benzemiyor. Biz, ofislerdeki, plazalardaki işlerimize, onun sahip olup vazgeçtiklerine bir gün sahip olma hayaliyle gidiyoruz. Bizim intiharlarımız “bir ataması yapılmayan öğretmen daha intihar etti” diye haberleştiriliyor. Ama kendi hayatını bitirirken bunu kendince tasarlayan ve sesi gür çıkan bir insana kızmak değil, kulak vermek gerekir. Pişkin’in maddi koşulları bizimkinden iyi olabilir ama başını birkaç defa çarptığı ve daha fazla çarpmak istemediği duvara hiçbirimiz yabancı değiliz. Aynı duvar Joseph K.’nın başını çarptığı mahkeme duvarıdır Pişkin’in tek farkı, cellâtlarının elindeki bıçakla kendi canını almayı kabullenmiş olmasıdır. Aynı duvar, önünde son sözleri “çok acı var, dayanamıyorum” olan Dicle Koğacıoğlu’nun arabasından indiği, Virginia Woolf’un ceplerine taşlar doldurmaya başladığı Stefan Zweig’ın peşinden Avusturya’dan Brezilya’ya kadar gelen duvardır.

Çürüme yıllarında hayat ancak bu duvara karşı mücadele verildiğinde anlam kazanır, çünkü daha iyi bir yarın ancak bugünü yıktıktan sonra kurulabilir. Öteki türlü anlamsız ve amaçsız hayatımızı ya dinsel hurafelerle ya da bireysel hazlarla doldurmak gerekir. Benim on dakikada tanımaya çalıştığım Mehmet Pişkin, birincisini yapmayacak kadar akıllı, ikincisini sürdüremeyecek kadar kısır döngülere dayanamayan bir insandı. Yaptığı ne olumlanabilir, ne romantize edilebilir ama çığlığı hepimizin çığlığıdır.

Onun önünde hayatını sonlandırdığı duvar bütün insanlığın önüne dikilmiş duvardır.

Bu duvar yıkılmalıdır.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal