Bayram yazısı

Bayramlar, hayatı basmakalıp beklentilere uymayanlar için işkence günleridir.

Şarki ilkelliğin alâmetifarikası olan akraba patavatsızlığı, o akrabaların hepsi bir evin salonuna doluşunca tamamına erer. Sıradan insanların daima “yaşanması gereken hayat”a dair bir fikri vardır ve bir araya geldiklerinde tercihler ya da zorunluluklar sonucunda bu fikre uymayan hayatları kurcalamaya bayılırlar. Öğrenci olarak bir üniversitenin kapısından içeri adım atmamış halamız uzayan okulu nasıl bitirilebileceğimize dair tavsiyeler verir, hayatı boyunca memur olarak çalışıp emekli olmuş eniştemiz özel sektörde iş bulmanın inceliklerini anlatır. Hele ki “yaşımız geldi” ve evlenmediysek soyut tavsiye ve telkinlerle yetinmeyip işi tanımadığımız, bir kez dahi görmediğiniz bir insanın bize ne kadar uygun olduğunu ima etmeye, aramızı yapmayı teklif etmeye kadar vardırabilirler.

Üstelik gerçek dertleri tavsiye vermek, sorun çözmek dahi değildir. Akraba olmasalar “daha daha nasılsınız”dan öte hoşbeş edemeyecek insanlar bayram vesilesiyle toplaşınca üzerinde hararetle konuşabilecekleri, ama bu özel günde gerilime vesile olmayacak bir sohbet konusuna ihtiyaç duyarlar. Siyaset konuşsalar azgelişmiş fikirler arasındaki “derin” ayrımlardan, para pul konuşsalar akrabalık ilişkilerinden kaçınılmaz olarak üreyen miras paylaşım ya da borç harç meselelerinden tatsızlık çıkar. Oysa hayatımız, hatta kişiliğimiz, üzerinde serbestçe laklak edilebilecek güvenli bir konudur. Bu sohbetlerde mercek altına alınıp irdelenen “eksiklikler” asla koşulların değil, daima yaptıklarımız ya da yapmadıklarımızın sonucudur; çünkü sohbetin odağı tekinsiz yerlere kaymamalıdır. Söylenenler tam da bu yüzden kırıcıdır; ama sıkılıp tepki göstersek en fazla “yav kızma hemen” diye suratımıza güler, ebeveynlerimize dönüp “ay buna da bir şey söylenmiyor” diye dalga geçmeye devam ederler.

Bu kurcalamalar aynı zamanda kötücül olan niteliksiz insanların kendileri gibi olmayana duydukları içgüdüsel nefreti dışa vurma vesilesidir. Çoğunluk  filmindeki baba Kemal’e benzeyen bu insanlardan her kalabalık ailede en az bir tane bulunur. Genelde dükkancı veya müteahhit olurlar ve bayram toplanmalarını asla kaçırmazlar. Bunlar için bitmeyen okul tembelliğimizin, bulamadığımız düzenli iş “okumakla bir şey olunmuyor”un, evlenip çoluk çocuğa karışmıyor olmamız ise ahlak eksikliğimizin ya da kim bilir neyin ispatıdır. Bizi bu başlıklar üzerinden iğnelerken bir yandan kendi sığ hayatlarını yüceltir, diğer yandan da doğduğu günden itibaren hotzot ede ede kişilikten yoksun birer denyo olarak yetiştirdikleri çocuklarının acınası halini güzellerler. Sonuçta biz diplomamızla iş bulsak da ya patronun ya müdürün ağız kokusunu çekecekken; onların Mertkan’ı okumasa da hazır olan işin başına geçecek, Büşranur’u o işyeri sayesinde damatları tarafından ezilmeyecektir.

Gerekli maddi olanaklara kavuştuğumuz anda bayram günlerinde tatile gidip ebeveynlerimizi yalnız bırakmamızın bir sebebi iş hayatının yoruculuğuysa, diğeri Sartre’ın “cehennem diğer insanlardır” sözünü özel bir bağlamda doğrulayan bu akraba toplantılarıdır. Bu yüzden bir miktar sitem edilse de çok dert etmemek lazım zira insanın canı kadar kişiliğine yöneltilen saldırılara karşı da meşru müdafaa hakkı vardır. Sonuçta tatil dönüşü anne ve babamızın gönlünü alabiliriz, ama akrabaların saçmalıklarıyla zehir olan tatil günlerinin ardından işbaşı yapmak ayrı bir işkencedir.    

Bu vesileyle, gidenlere güzel bir tatil, kalanlara ise bol sabır diliyorum…

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal