Adalet ve hukuk, vicdan ve merhamet

İslamcı gericilik ve partisi AKP’nin Türkiye’ye verdiği zarar son birkaç yılda ölçülemeyecek boyutlara ulaştı. İnsan aklını hayvanınkinden ayıran temel özellik duyumsayamadığı olgu ve ilişkileri soyutlayarak kavrayabilmesidir ama bir yandan da bu becerisi koşullarıyla sınırlıdır. Bize de, içinde bata çıka yüzdüğümüz sülüklerle dolu bu bataklığın derinliğini; hangi zenginlikleri örttüğü ve hangilerini boğup yok ettiğini tam olarak kavrayabilmek için, önce kendimizi buradan çekip çıkartmak zorundayız.

Hatalı bir iyimserlik yıllardır kulağımıza şunu fısıldıyor: Öyle derine battık ki, yakında dibe vurup yükseleceğiz. Vuracağımız dibi bekleye bekleye balçığa kaç adam boyu battığımızı sayamaz hale geldik; üstelik görünüşe göre bu bataklığın kapladığı zeminde her şey çürümüş ve öyle üzerine basıp güç alınacak pek bir şey kalmamış. Bu yüzden dipte basılacak bir kayadan ziyade, yukarılarda tutunacak sağlam bir dal aramak gerekiyor.

Bu kadar metafor yeter, somutlayalım: Ben AKP’nin bu ülkeye verdiği en büyük zararın halkın adalet duygusunda yarattığı tahribat olduğunu ve kendimizi bu bataklıktan yine ancak adalet kavramına tutunarak çıkartabileceğimizi; dahası, bunun bir çelişki değil diyalektiğin ta kendisi olduğunu düşünüyorum.

Adalet, klasik felsefeden bugüne düşünürleri çok meşgul etmiş bir kavram, çünkü sınıflı toplumlarda egemen ve ezilen olarak ikiye ayrılmış insanın varoluşunun temel çelişkisini o altı harflik gövdesinde barındırıyor. İdealistler adaletin kaynağını (aynı iyilik gibi) tanrılarda arasa da esasında o insanın empati, yani yekdiğerinin hislerini anlama ve paylaşma becerisinden doğuyor; ama toplum karmaşık ve kalabalıklaştıkça bireyi aşmak zorunda kalıyor. Böylelikle bireysel düzeyde adı vicdan olan duygu, toplumsal düzeye yükseldiğinde adalet duygusuna, yani egemenlerin başının belasına dönüşüyor.

Bakın muktedir sevdalısı bir idealist ve gerici olan Platon, başyapıtı Devlet’te, adaleti idealize etmek için, Thrasymakhos’un ağzından çürütmek istediği maddi adalet tasvirini nasıl aktarıyor:

Diyorum ki, adil olan kudretlinin çıkarına olandan başka bir şey değildir. (...) bazı şehirler tiranlarca yönetilir, bazılarında demokrasi, diğerlerinde aristokrasi vardır. Her birinde iktidar sahipleri efendidir. Ve her hükümet biçimi kendi çıkarını göz önünde tutarak yasalarını yapar (…) ve bu şekilde yasalar yaparak kendilerinin, yani yönetenlerin çıkarına olanın tebaaları için adil olduğunu iddia ederler.*

Arzu eden ilahi adaleti arayabilir ama bugün dünyada Thrasymakhos’un anlattığı, egemenlerin çıkarlarının hukuksal ifadesi olan “adalet”in hüküm sürdüğünü kabul etmek zorundayız. Burada “hukuksal olan adil midir” tartışmasına girmeyeceğim, çünkü bir antik Yunan kentinin agorasında değil bataklıktayız ve böyle skolastik tartışmalarla kaybedecek zamanımız yok. Yedi milyar dünyalı, 80 milyon Türkiye vatandaşı olarak adil olana ancak hukuk ile yakınsayabiliriz, bunun için de devlete ihtiyacımız var.

Zaten AKP’nin halkın adalet duygusuna saldırısı da tam bu cenahtan geldi. Önce Ergenekon vb. düzmece yargılamalarla hukuk hiçleştirildi, ardından 12 Eylül referandumuyla kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edilerek yargı, yürütmenin bir eklentisi haline getirildi. Böylelikle, bireysel değil toplumsal olmak zorunda olan adaletin kurumsal zemini kalmadı. Bu zemin ortadan kalkınca islamcı iktidar, para babalarının çıkarlarını tüm ezilenlere dayatan ve destekçisi olan lümpen yığınların boş hayatlarına nefret dolu ideolojisiyle anlam ve kıymet sağlayan bir adaletsizlik yuvasına dönüştü. Buna boyun eğmeyen ilerici insanlar ise örgütsüz kaldıkça adaleti savunamayıp vicdana geri çekildi. Hatta ciddi bir bölümü, kaynağı yekdiğerine empati değil, çaresize sempati olan merhamete kadar geriledi. Bugün yüz binlerce vicdanlı insanı apolitik, hatta mizantropik bir hayvanseverliğe sıkıştıran, bu gerilemedir.

Defalarca yazdık, tekrarlayalım: Bu karanlık karşısında vicdan kifayetsizdir, çünkü örgütsüz birey kifayetsizdir.

Egemenler hukuka, kendi çıkarlarına meşruiyet sağlamak için ihtiyaç duyar. Ama bugün gelinen noktada burjuvazinin çıkarları hukukla saklanamıyor. Aksine, islamileştikçe modern adalet duygusuna aykırı hale gelen hukuk, burjuva çıkarların da kılıfı değil apaçık ifadesine dönüşüyor.

O zaman bize düşen tam tersini yapmak. Adaleti sağlamak için bu hukuku (dolayısıyla bu devleti) yıkmak ve yerine seküler ve proleter bir hukuk (ve dolayısıyla bu nitelikte yeni bir devlet) inşa etmek.

Kuşkusuz vicdandan vazgeçmeden, ama onu aşarak: Netameli bulunduğu için pek anlatılmaz, ama Fransız Devrimi’nin prensipleri üç değil, dört kelimeydi ve Fransa aristokrasiden kurtulurken, Devrim Meydanı “adalet” sloganıyla inliyordu.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal

* Platon, Devlet, Kitap I, 338c-339a (En yaygın Türkçe çeviride “just” kelimesinin “doğru” olarak çevrildiği görüldükten sonra Allan Bloom’un İngilizce çevirisi temel alınmıştır).