77 katlı yekpare camdan kümesler

Bazen kötü analojiler iyi sonuç verir. Müsaade ederseniz bir tane de ben denemek istiyorum. Şimdi lütfen, bir ornitoloğun “kümes”i aşağıdaki biçimde tanımladığını düşünür müsünüz?

“Kümes, halk arasında dişisine tavuk, erkeğine horoz denen Gallus gallus domesticus’un habitatıdır. Bu habitatta az sayıda horoz, çok sayıda tavukla poligamik biçimde yaşar. Horozların görevi tavukların güvende ve üretken olmalarını sağlamaktır ve bunu en iyi yapan horoz olmak için birbirleriyle rekabet ederler. Bu rekabet en güçlü horozun en fazla tavuğu kontrol etmesiyle sonuçlandığı için kümesin de daha güvenli ve üretken olmasını sağlar.”

Bu paragraf, içinde yanlış tek cümle olmamasına rağmen “bütün boşanmaların sebebi evliliktir” önermesi kadar anlamsız çünkü kümes “bu” değil. Kümes, çiftçilerin horozları kullanarak tavukların yumurtlamasını sağladığı ve bu yumurtalara el koyarak faydalandığı yere denir. Kümes ne gerçek anlamda horozların kontrolündedir, ne de tavuk ve horozlara aittir. Kümesin sahibi çiftçidir; ondan ve kümesten elde ettiği kazançtan bahsetmeden kümes tanımlanamaz.

Düşünsel emeğini satarak geçinen işçilerin kreatif ya da idari işlerde çalıştığı ofis ve plazaları bu işçilerin kariyer yaptıkları yer olarak tanımlamak da aynı sebeple, aynı derecede saçmadır. Buna rağmen büyük şairin “77 katlı, yekpare camdan” diye tasvir ettiği bu kümeslerde sadece horozlar baş horoz olmak için birbirleriyle kavga etmez, tavuklar da kendilerini baş horoza beğendirip bir gün horozluğa terfi edebilecekleri düşüncesiyle kendi aralarında didişir. Tabii iktisadi ve idari bilimlerin yasaları biyolojinin yasaları kadar katı olmadığı için nadiren bunu başaranlar olur ancak daima birer istisna olarak; zira şirket yasalarına göre, plaza horozları tüneklerine, plaza tavuklarının folluklarına giderken geçtiği yoldan geçerek tünemezler.

Bu kadar analoji yeter. Geçen hafta “masadan kalkmadan kazanamayız” diyerek ara vermiştik. Tartışmanın sosyal medyada süren kısmında ilginç bir soru soruldu: “Ne yani hepimiz istifa mı edeceğiz?” Bu, aslında çok derin bir sorunun basit ifade edilmiş hali, o soru da “patronlar düzeniyle bağlarımızı ne kadar kopartabiliriz?”

Diyalektik gereği, parçası olduğumuz düzen yıkılmadan o bağlardan bireysel olarak kurtulamayız. Sermaye düzeninde pek az istisnası olan bir başka kuraldır: “Kimsenin ağız kokusunu çekmemek” için kendi işini kuranlar düzenle olan maddi bağlarının daha da güçlendiğini, daha fazla emek ve zamanlarını çalışmaya harcamak zorunda kaldıklarını görürler.

Oysa o bağları seyreltebiliriz.

Ancak bunun için hayatımızı pek çok açıdan yeniden kurmamız gerek. Bunun işteki karşılığı da istifa değil ama kariyercilik oynamayı bırakmak; mesaidaşlarımıza değil, patron ve vekilleriyle mücadele etmek. Kısa sürede kapı önüne konmakla sonuçlanacak bireysel bir Donkişotluktan ya da arkamızdan iş çeviren mini çakallara İsa peygamber gibi öteki yanağımızı sunmaktan değil; bir prensip olarak mesaidaşlarımızın zararına kazanç sağlamamak, ofis komploları ve dedikodularından uzak durmak, bunu açıkça yaparak örnek olmak ve çevremizde bu davranışı örgütlemekten bahsediyorum. Emeğiyle geçinen insanların sanılandan çok daha azı sahtekâr ve aşağılık ruhludur. Pek çok beyaz yakalı ofis ortamında başka türlü davranılabileceğini düşünmediği için uyum sağlamaya çalışır ve ahlaken kendine yabancılaştığı için vicdanı sürekli rahatsız, mutsuz ve huzursuz yaşar.

İnsanların örgütleyici bir öncülüğe ihtiyacı var ve biz bu öncüler olabiliriz. Bunu yaptığımızda aslında azınlıkta olan alçakları baskı altına alabilir ve patronun kendi çıkarına manipüle etmesi çok daha zor bir ofis ortamı yaratabiliriz.

Zaten buna bireysel olarak da ihtiyacımız var. On küsur yıllık AKP diktatörlüğünde patronların saltanatı çok daha kirli ve ahlaksız hale geldi. Uzak durmadan insan kalmanın mümkün olmadığı bu ahlaksızlık işyerinde kendisini en açık biçimde işçiler arası rekabette gösteriyor. Bu yüzden şu satırları önemseyelim:

Özel mülkiyet herkesi kendi kaba yalnızlığına izole ettiği ve buna rağmen herkesin çıkarı komşusununkiyle aynı olduğundan (…) her işçi diğeriyle düşmanca karşı karşıya gelir. Bu özdeş çıkarların çatışmasında, tam da bu özdeşlik yüzünden insanoğlunun bugüne değin içinde yaşadığı koşulların ahlaksızlığı doruğa ulaşır. Bu doruk, rekabettir*.

Devam edeceğiz…

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal


* Friedrich Engels, “Bir Ekonomi Politik Eleştirisinin Anahatları”, https://goo.gl/UpNL66