1984: Liberallerin Kuran’ı

Sevgili Şule’nin son yazısını okuyunca çok heyecanlandım, zira aynı dertten muzdaripmişiz. Ben de bir süredir yaygın bir Orwell ve 1984 goygoyu gözlemliyordum. Bu yüzden ergenlik yıllarımda ite kaka okuduğum kitabı politik bir gözle tekrar okuma ihtiyacı hissedip, eleştirel notlar almıştım. Bu yazı, o notların ürünü ve Şule’nin güzel yazısına bir ek niteliğine. O, yazısında esasen Orwell’e odaklanmış, ben ise eleştiriyi 1984 ile sınırlı tutacağım.

1984’e yönelik artan ilginin sebebinin AKP gericiliğinin yarattığı baskı ortamı olduğu açık, bu yüzden bir yanlışa işaret ederek başlayalım: 1984’te eleştirilen totalitarizm değil, Sovyet sosyalizmidir. Orwell bu konuda öyle takıntılıdır ki, Büyük Birader’in kitaptaki tasviri aynen Stalin (40), bir numaralı devlet düşmanı olarak gösterilen Goldstein’ınki aynen Troçki’dir (36). Temel argüman ise sosyalizmin ütopik bir düşünceyken güzel olduğu; ancak “1900’den başlayarak ortaya çıkan her değişkesinde, özgürlük ve eşitliği sağlama amacının giderek daha açık biçimde terk edildiği”dir (234). Kitabın geçtiği karanlık gelecekte dünyayı oluşturan üç devletten Okyanusya “İngiliz Sosyalizmi”, Avrasya “Neo-Bolşevizm”, Doğuasya ise “Ölüme Tapınma” ideolojisiyle yönetilmektedir ve bunların üçü de sosyalizmin varyantıdır, “aralarında gerçek bir ideolojik ayrım yoktur” (216). Nitekim bu ülkelerin üçünde de bir tür kendine yeterli savaş ekonomisi hâkimdir ve yeni pazar aranışı bitmiştir (217). 

Böylesi bir anti-komünizm, devrim fikrine de küfretmeden duramaz. Buyrunuz: “Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz, diktatörlük kurmak için devrim yapar” (298).

İkincisi; kitap dümdüz, kaba saba pozitivisttir ve ne yazık ki bu özelliği ile islamcı irrasyonellikten bıkmış, bilimsel düşünceden yana eğitimli insanları cezbeder. Kitabın en önemli kısmını oluşturan işkence diyaloglarında O’Brien, Winston’a “Parti, iki artı iki beş eder derse, beş eder” önermesini dayatmadan önce gerçekliğin nesnel ve insana dışsal değil, insan zihninde bir şey olduğu ve Parti’nin gerçeklik tasavvurunun doğrunun ta kendisi olduğunu savlar(283). “Doğa yasalarıyla ilgili on dokuzuncu yüzyıl düşüncelerini kafasından atması gerektiğini, doğa yasalarını Parti’nin yaptığını” söyler (300).

Bu, kitabın ideolojik bam telidir. Orwell Parti’ye bu düşünceyi atfederek ve tam karşısına konumlanarak, insanın gerçekliği şekillendirme ve tarihe yön verme becerisini tamamen yadsır. Orwell’in sunduğu insan doğa ve tarih karşısında nesnedir, etkisizdir. Sosyalizmin amacı ise, tarifi imkânsız gaddarlıklar yaparak, normal koşullarda insanın etkileyemeyeceği, insana dışsal olan “ilerlemeyi durdurmak ve tarihi seçili bir anda dondurmak”tır (234).

Ama salağın teki olmayan Orwell, sosyalizme irrasyonel bir iradecilik atfeden ve kendisini çok kaba bir materyalizme hapseden bu düşüncenin, diyalektik eleştiri karşısında dayanıksızlığının farkındadır. Bu yüzden kitap boyunca diyalektik yöntem, “iki çelişik inancı aynı anda zihinde tutmak ve ikisini de kabullenmek” (245-46) olarak tanımlanan “çiftdüşün” kavramıyla karikatürize edilir. Zaten orijinal metinde bu kelime, “diyalektik” kelimesinin çarpıtılması olan “doublethink”dir.

Konunun cahili olmayan herkes diyalektiğin bu olmadığını bilir, ama zaten Orwell’in hedefi konunun cahili olan büyük çoğunluğu diyalektik düşünceyle tanışmadan zehirlemektir. Kitap bu yüzden neredeyse yazıldığı günden bu yana ABD ve başka onlarca ülkede ortaöğretim müfredatının parçasıdır.

Üçüncüsü; hayatında Sovyetler Birliği’ne bir kere dahi gitmemiş olan Orwell, 1984’te herhangi bir AKP ilçe teşkilatı yöneticisini hayran bırakacak bir cahil cesareti sergiler. Parti’nin cinselliği baskılayarak tatminsizliğin yarattığı sıkışmışlıktan politik enerji devşirdiğini (162), nihai amacının “cinsel ilişkiden zevk almayı tümden yok etmek olduğunu”, bunun için “Seks Karşıtı Gençlik Birliği” gibi örgütler kurduğunu sallar (90-91). Sosyalist toplumda “bilimsel ve teknik ilerlemenin (….) asla var olamayacağını” (219) “sanat, edebiyat, bilim diye bir şey olmayacağını” (303) iddia eder.

Peki, o zaman bütün muhafazakârların derdi neden Sovyetler Birliği olmuştu? Oradaki cinsel özgürlük ve geleneksel ailenin önemsizleşmesi neden “allahsızlığı yayma kürsüsü” parodilerine konu oluyordu? Emperyalizm, bilim ve sanat dünyasına yönelik en önemli manipülasyon aleti olan Nobel ödüllerini neden çeşitli dallarda defalarca Sovyet vatandaşlarına vermek zorunda kaldı? Uzayın kapılarını insanlığa nasıl Amerikalılar (veya Türkler!) değil de Sovyetler açtı? Sputnik başarıyla yörüngeye oturtulduktan sonra ABD’nin tüm eğitim müfredatı neden değiştirildi?

Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça.

Ama bütün tutarsızlıklarına rağmen 1984’ün etkili olmaya devam edebilmesinin çok basit bir sebebi var: Bir cahil islamcı için Kuran neyse, ortalama liberal için 1984 odur; okunmaz, ama hakkında bolca atıp tutulur. Pek çok 1984 goygoycusunun kitap hakkındaki bilgisi sağda solda okuduğu (bir kısmı uydurma) alıntılar ve başta Terry Gilliam’ın Brazil’i olmak üzere sinema uyarlamalarıyla sınırlı. Bu denli alçakça bir metni hiç utanmadan bol keseden kullanabilmelerinin temel sebebi bu.

O halde aynısını yapmamak, kitabın tutarsızlıklarını her tartışmada masaya koyacak kadar bilmek de bizim işimiz olmalı. 


[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal


Not: Parantez içerisindeki numaralar, alıntıların kitabın Can Yayınları tarafından yapılan 32. baskısındaki sayfasını göstermektedir.