Bilinmeyen yönleriyle Madiba*

Kapitalizmin de kahramanlara ihtiyacı var. Kendi bencil dünyasından bunları devşirmekte zorlandığı için zaman zaman kendine düşman değerleri de sahiplenerek, “pazarlanabilir” hale getiriyor dolayısıyla.

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Nelson Mandela ya da Afrika halklarının Madiba’sı da bu örneklerden biri. Tıpkı Che Guevera gibi.
Mandela gerçekten de bir kahraman. Güney Afrika’da siyahlara yapılan haksızlıklar için yirmi yedi yıl hapis yatmış, mücadelesinden asla vaz geçmemiş, bunun için özel hayatını hiçe saymış, yirmi yedi yıllık hapis hayatının büyük çoğunluğunu da yakıcı güneşin altında taş kırarak geçirmiş biri. Apatheid hükümeti tarafından kendisine, yirmi yıl hapis yattıktan sonra, şiddet kullanımını kınadığı takdirde serbest kalması teklifi yapılmış ancak dışarıda yoldaşları özgürlük için canlarını feda ederken o bunu reddetmiş. Yani dava arkadaşlarına kendi rahatı için sırtını dönmemiş biri.

Kapitalizmin halk kahramanlarını kendine mal etme yöntemlerinden biri de magazinleştirmektir. Yani o kişinin özel hayatını didiklemek, mümkünse aşk hikayelerini ifşa etmek, diğer ünlülerle olan illişkilerine dair hikayeler anlatmak vs. Yani o kişi mücadele ettiği bağlamdan ne kadar kopartılırsa o kadar iyi. Mücadelesi olmadan kahraman olamayacağı için mücadelesini de mümkün olduğu kadar bireyselleştirmek, olağanüstü kişisel özelliklerine mal etmek gerekiyor.

Biz de burada tam tersini yapacağız. Magazinleştirilmiş Mandela’nın karşısına Mandela’yı Madiba yapanları anlatacağız.

Öncelikle hümanist, uzlaşmacı kişiliği ile anılan Mandela’nın hapse girmeden önce Apartheid rejimine karşı başka türlü mücadele etmenin mümkün olmadığına karar vererek ve Küba’daki Fidel ve arkadaşlarının mücadele yöntemlerinden esinlenerek üyesi olduğu Güney Afrika’da siyahların kurtuluşu için mücadele eden ANC yani Afrika Ulusal Kongresi’nin silahlı kanadını (Umkhonto WeSizwe) kurmuş olduğunu hatırlatalım. Bunun ardından bazı yoldaşları ile birlikte 1961 yılında gizlice ülkesi Güney Afrika’nın dışına çıkan Mandela, Angola gibi kurtuluş mücadelesi veren çeşitli Afrika ülkelerinden geçerek Kuzey Afika’ya kadar uzanan bir yolculuk gerçekleştiriyor ve Cezayir’de Fransız sömürgecilerine karşı mücadele eden FLN militanları ile birlikte eğitim kamplarında kalıyor. Yolculuğun en önemli amaçlarından biri mücadeleye silah bulmak ve gerilla mücadelesine girişebilmek için kadroların eğitimini sağlamak.

Bu yolculuk sırasında Mandela Mısır’ı da ziyaret ediyor. Nasır’ın sosyalizme kapıları açan reformlarına hayran kalıyor. Ancak kendisini en çok etkileyen, içlerinden önemli bir kısmını komünistlerin olurşturduğu Cezayir’li militanların Fransızlara karşı verdiği kahramanca ve kararlı mücadele oluyor. Hatta dürbünle Cezayir’deki çatışmaları izlerken Fransoz askerlerini bir an Güney Afrikalı beyaz askerlere benzettiğini söylüyor. Mandela daha sonraları da Cezayir’de beyaz sömürgecilere karşı verilen kurtuluş mücadelesi ile Güney Afrika’daki yerli siyahların mücadelesinin pek çok ortak noktası olduğunu düşündüğünü ifade etmişti.

1962 yılında eyleme geçmek üzere ülkesine dönen Mandela ve arkadaşları ne yazık ki kısa süre sonra tutuklanıyorlar ve Robben Adası’ndaki cezaevine gönderiliyorlar. 44 yaşındaki Mandela hayatının bundan sonraki 18 yılını bu adada gündüzleri taş kırarak ve geceleri 2 metrekarelik hücresinde yatarak geçiriyor.

Mandela’yı bugün övme yarışına giren pek çok Batı ülkesi Mandela hapisten çıkana kadar ANC’yi bir terör örgütü olarak nitelediklerini olduğu gibi Mandela’nın silahlı mücadele geçmişini de unutmuş görünüyor.

İkinci “unutulan gerçek” Mandela’nın özgür bırakılmasına dair kampanyayı bizzat ANC’nin örgütlemiş olduğu. Yani Mandela’yı tüm dünya kamuoyunun önünde tekleştirme ve kahramanlaştırma kararı bizzat örgüt tarafından alınıyor. Mandela ve arkadaşları hapse girdikten sonra ANC yöneticileri onları hapisten kurtarmak için çalışmalara başlıyorlar ve sonuç olarak tutsaklara özgürlük kampanyasının Mandela üzerinden sürdürülmesine karar veriyorlar. Ve görüldüğü üzere taktik başarılı oluyor.

Son olarak tahmin edilen ancak bilinmeyen bir gerçeği de Güney Afrika Komünist Partisi ölümünün ardından yayınladığı anma bildirisinde açıkladı yani Mandela’nın 1962’de hapse girmeden önce parti üyesi olduğunu ve hatta merkez komitesinde yer aldığını.

Güney Afrika’da komünistler Appartheid rejimi taraından her zaman başdüşman olarak görüldü. ANC’nin yasaklanmasından çok önce ülkede ilk olarak komünizmi savunmak yasaklandı. Mandela da 1952 yılında “komünizmle mücadele yasası”na karşı geldiği gerekçesiyle tutuklanarak cezevine gönderildi.

Ancak GAKP’nin açıklamasından yola çıkarak “Mandela komünist miydi?” sorusuna olumlu yanıt vermek de mümkün değil. Bence Mandela’yı hep en iyi tanımlamış olan niteleme siyahların kurtuluş mücadelesinin lideri olmaktı. Ancak hep halkçı niteliğini ve komünistlerle olan dostluğunu korudu. Hapisten çıktıktan sonra da GAKP ile ilişkilerini dostane şekilde sürdürdü. 1950’lerden itibaren Joe Slovo çk yakın dostu ve akıl hocasıydı. Tabii bu ilişkinin öteki tarafını da akıldan çıkarmamak gerekiyor. Joe Slovo ve GAKP de ülkede sihayların kurtuluş mücadelesini hep kendi mücadelelerinin bir parçası olarak gördüler ve ANC ile birlikte bu mücadeleye büyük katkılarda bulundular.

Mandela’nın sıkı dostlarından biri de yüzünde hep bir gülümseme ile karşıladığı ve 1950’lerden itibaren kandisine hayranlık duyduğu Fidel idi. Hapisten çıktıktan sonra ilk olarak Küba’yı ziyaret edecek ve Kübalılara Güney Afrika’daki kurtuluş mücadelesine verdikleri desteklerden dolayı teşekkür edecekti. Sovyetler Birliği’ne de Aparteid rejimine karşı verilen mücadeledeki katkılarından dolayı teşekkür etmeyi unutmadı.

Mandela iktidara geldikten sonra sosyalist politikalar izlemedi. ANC’nin iktidarı ile birlikte ülkede siyahlar temel haklarına ve yasalar önünde eşitliğe kavuştular belki ancak toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler devam etti. Madiba beyazlara karşı mücadeleyi kazandı belki ama piyasa karşısında ne yazık ki durum böyle olmadı.

Kapitalizmin bugün kendisini gönül rahatlığı ile sahiplenebilmesinin ardında yatanlardan biri de bu tabii ki. Ancak yine de Madiba onların değil halkın kahramanı ve öyle de kalmalı.

(Not: Yazıdaki bazı bilgilere FKP içinde sol muhalefeti temsil eden “Solidarité Internationale PCF” sitesinden ulaşılmıştır)

*Bu yazı aslında geçtiğimiz hafta Mandela’nın ölümünden hemen sonra yazılmıştı ancak geçen hafta tamamlanıp yetişemediği için bu hafta yayınlanabildi. Bu vesileyle geçen haftaki eksiklik için de özür diliyorum.