Yenilenen stadyumlar, eskimeyen ilişkiler

Birçok kentte yeni stadyumlar açıldı ve başka birçok kentte de stadyum inşaatları sürüyor. Bu stadyumların - devlet katkısının nispeten sınırlı olduğu Beşiktaş'ın yeni stadyumu istisnası dışında - neredeyse tamamı, TOKİ ihaleleri aracılığıyla devlet tarafından finanse ediliyor. Halen mevcut olan stadyumlar genellikle 1950'li ve 1960'lı yıllarda yapılmış ve günümüzde bir hayli eskimiş olduğundan, böyle bir ihtiyaç olduğu açık. Bununla birlikte proje bedelleri alt alta toplandığında ortaya hatırı sayılır bir meblağ ortaya çıkıyor. Bu kadar masraf, Real Madrid-Franco ilişkisine atfedilen  "uyku tulumu" fikrini, yurt sathına yaymak için yapılıyor olabilir mi ? Bu sorunun yanıtı evet olabilir, ancak bu yeni stadyumların koltuk kapasitelerinin, bazı kentler için oldukça iddialı bir seviyede olduğu da gözüküyor. Bir başka deyişle, bazı kentlerde ev sahibi takımların gıcır stadlar sayesinde daha çok seyirci çekmesine kesin gözüyle bakmak zor. Son yıllarda açılan yeni stadyumların doluluk oranlarına bakılarak bir fikir edinilebilir. Geleneksel olarak hatırı sayılır bir seyirci kitlesine oynayan Konyaspor, yeni stadında da bu avantajdan yararlanıyor. Öte yandan böylesi bir desteğe önceden de pek sahip olmayan Kayseri takımları ise, birkaç sezondur açık bulunan yeni stadyumlarını nadiren doldurabiliyorlar.

Bu bir soru olarak kalsın, bu yazıda stadyum konusu üzerinden futbol-siyaset ilişkisinin geçmişine, kapsamlı bir tarihsel incelemenin yardımıyla bakalım. Genç yaşta hayatını kaybeden Mehmet Ali Gökaçtı'nın "Bizim için oyna: Türkiye'de futbol ve siyaset" başlığını taşıyan çalışması, derli toplu ve hakettiği ilgiyi görmemiş bir eser. Spor kulüplerinin yönetimlerinin, II. Abdülhamit ve İttihat Terakki dönemlerindeki kuruluşlarından itibaren, siyaset ve devlet yönetimiyle yakın bir ilişkin içerisinde olduğunu, gazete arşivleri ve sınırlı sayıdaki spor tarihi kitaplarınan derlediği bilgilerle gösteriyor. Cumhuriyetin tek parti yönetimi yıllarında, İstanbul'un 3 büyük takımının stadyumlarına kavuşma öykülerinde, bu ilişkinin farklı boyutları izlenebiliyor. Fenerbahçe'nin günümüzde de maçlarını oynadığı ve 1920'li yıllarda halen İttihatspor'un mülkiyetinde bulunan stadyumun arazisinin alınması, belki de bu ilişkinin en doğrudan kurulduğu örnek. Eski ittihatçıların İzmir Suikasti davasıyla birlikte iyiden iyiye gözden düştükleri bir dönemde, Maliye Bakanı Şükrü Saracoğlu'nun, "aynı semtte birden fazla spor kulübünün varlığı halinde, üye sayısı fazla olanın faaliyetlerini devam ettirmesini" öngören tek maddeli teklifi hızlıca yasalaşıyor ve bu koşulu karşılayan Fenerbahçe, faaliyetlerini sürdürürken, İttihatspor ise tarihe karışıyor. İlerleyen birkaç yıl içerisinde de yine Saraçoğlu'nun çabalarıyla stadyumun mülkiyeti kulübe geçiyor. Beşiktaş ise, yine dönemin etkili bir politikacısı  ve sonradan Başbakanlığa kadar yükselecek olan Recep Peker'in desteğiyle, uzun bir süredir atıl halde bulunan Çırağan Sarayı'nın bahçesini sembolik bir ücrete ve 99 yıllığına kiralıyor. Galatasaray'ın kendisine ait hissedeceği bir stadyuma erişmesinde ise, biraz daha dolaylı bir ilişki görülüyor. Ekonominin millileştirilmesi politikasına uygun bir biçimde, işletmesi bir Maltalıya ait olan Taksim Stadı, çeşitli hisse satışları ve devirlerinden sonra Galatasaray'a geçiyor ve yıkılışına kadar da sarı kırmızılıların evi olarak anılıyor.

Devletlerin sosyal faaliyet alanlarında maddi olanaklar yaratmasında son derece olağan hatta savunulması gereken bir olgu; kaldı ki kapitalist sistem içerisinde bu durumun tek alternatifi uluslararası şirketlerin ya da oligarkların devreye girmesi oluyor. Bununla birlikte Türkiye gibi, siyasi iktidarın sınırlı bir kesimin elinde olduğu ve yönetimde keyfiyetin, normların yerini aldığı bir ülkede devletin tek yatırımcı olarak ortaya çıkması, kulüp yönetimlerini de devletin gönüllü ya da mecburi elçileri haline getiriyor. Beşiktaş Başkanının çokça eleştirilen ve sonrasında kısmen düzeltmeye çalıştığı, öte yandan Gökaçtı'nın kitabında anlatıldığı üzere haklılık payı da olan, biz aslında Saray takımıyız anlamına gelen yorumu biraz da buraya düşüyor.