Yenemeyeceğimiz Takım Yok

Başlıktaki sözler, geçtiğimiz ayın son günlerinde Rusya'da yapılan 2018 Dünya Kupası eleme grupları kura çekiminde, Türkiye'nin, Hırvatistan, Ukrayna, İzlanda ve Finlandiya'yla birlikte I grubunda yer aldığının belirlenmesinden sonra, A Milli Takım Teknik Direktörü -ya da kendisi için hususi olarak ihdas edilen makamın adıyla "Türkiye Futbol Direktörü"- Fatih Terim'in grup hakkındaki yorumlarından alınma. Yukarıdaki takımların arasına, FIFA ve UEFA üyeliklerinin önümüzdeki aylarda kabul edilmesi beklenen Kosova'nın eklenmesi olası. Kosova Futbol Federasyonu yetkilisi ve 1980'li yılların Fenerbahçelisi Fadıl Vokri, Platini'den "çok güçlü olmayan" bir gruba yerleştirilme sözünü aldıklarını söylemiş.

Bu grubu çok güçlü yapmayan tek etken, birinci torbadan Almanya ya da İspanya, ikinci torbadan da Fransa ya da İtalya gibi takımların değil de, Hırvatistan ve Ukrayna'nın çıkmış olması. Fatih Terim'in sözleri ise, deneyimli çalıştırıcının 1990'lı yıllardan beri hemen her kura çekiminden sonra dile getirdiği öngörülerin bir benzeri. Mustafa Denizli ile birlikte, hem milli takımın hem de kulüp takımlarının, onurlu mağlubiyetler ve düşük beklentiler döneminden çıkışı temsil eden bir teknik direktör olarak ve "eğer iyi oynarsak" koşulunu da ekleyerek böyle konuşması doğal sayılabilir. Ne var ki, milli takımın son 3 büyük turnuvaya katılamayışı ve 2016 Avrupa Şampiyonası elemelerinde aldığı başarısız sonuçlarla, her sezon bir ya da iki istisna haricinde, kulüp takımlarının Avrupa kupalarında ilk turlarda elenmeleri, 2018 Dünya Kupası için umutları arttırmıyor. Buna karşın futbol kamuoyunda, 2002 ve 2008 turnuvalarında alınan derecelerin etkileri sürüyor olacak ki, iyimserlik devam ediyor. Bu iyimserliğin son örneğini, Şahtar Donetsk eşleşmesininin ilk maçında 0-0'lık beraberliğe razı olmasına rağmen, Fenerbahçe'nin deplasmanda turu geçebileceğine inananların sayısının fazlalığında gördük. Savaş nedeniyle kendi evindeki modern stadyumundan mahrum olan ve iç saha maçlarını ülkenin diğer ucundaki Lviv kentinde oynamak durumunda kalan, üstelik bazı önemli oyuncularını kaybetmesine rağmen yeni transferler yapamayan Donetsk karşısında, yaz aylarını sadece bonservis bedelleri için yaklaşık 40 milyon euro harcayarak geçiren Fenerbahçe galip gelmeliydi. Benzer hatta biraz daha kesin olarak, Trabzonspor'un ilk maçtaki mağlubiyetinin bir kaza olduğu ve bordo-mavililerin mütevazı Makedon temsilcisini eleyeceği düşünülüyordu. Rabotnicki, 10 kişi kalmasına rağmen tur atlamayı başardı. Maçtan sonra, ilginç bir röportaja tanık olduk. Teknik direktör, Türk muhabirin sorusu üzerine, bütçelerinin 350.000 euro olduğunu söylüyor, muhabirin "en çok ücret alan oyuncunuzun ücreti mi?" sorusuna, "hayır, bütün takımın yıllık bütçesi" karşılığını verdiğinde, muhabirin ne söyleyeceğini bilememesinden kaynaklanan bir sessizlik oluşuyordu. Ekonomik değeri Trabzonspor'un kat be kat altında olan Üsküplüler, turu alıp gitmişlerdi.

Türkiye futbolunun, milli takım ve kulüp takımları yarışmalarında alınan başarısız sonuçları değiştirmek için başvurduğu son yöntem, yabancı sınırlamasının büyük oranda kaldırılması oldu. Bu değişiklikten en çok yararlanacak olan takımın Fenerbahçe olacağı bekleniyordu. Son dört sezonun üçünde ezeli rakibi Galatasaray'ın şampiyonluğu görmüş olan kulüp yönetimi, artık verim alamadığı yerli ve yabancı oyuncuların önemli bir kısmını değiştirerek işe başladı. Takımı yüksek maaşlı hücum oyuncularıyla donatmak, Şampiyonlar Ligi'ne katılımı sağlamamış olabilir; ancak kulübün sportif hesapları, öncelikle Türkiye şampiyonluğu üzerine kurulu olduğu için, önemli bir kriz yaşanmadı. Fenerbahçe'nin hesapları bir tarafa, yabancı sınırlamasının fiilen kaldırılması anlamına gelen ve "en çok 28 kişilik kadro, yarısı Türkiye pasaportlu" olan yeni kuralın, takımların Avrupa kupalarında başarılı sonuçlar almasına yol açmayacağı, başka koşullara da gereksinim duyulduğu bir kez daha ortaya çıkmış oldu.

Yeni kuralın, basketbolda yabancı sınırlamasının yumuşatılması sonucunda basketbol ligindeki çekişmeyi artmasından da esinlendiğine, önceki yazılarımdan birisinde değinmiştim. Futbolda da, iyi bir oyuncu takibi sistemiyle çalışan Süper Lig kulüplerinin (akla ilk gelenlerden birisi Gençlerbirliği) bu yenilikten yararlanması beklenebilir. Buraya kadar anlaşılmayan bir şey yok, yalnız milli takımın da bu yeni kuraldan olumlu etkileneceği beklentisini anlamak için biraz daha çaba göstermek gerekiyor. Kısaca açıklamaya çalışalım. Takımlar yerli oyuncu oynatmak zorunda olacakları için işi yeterince sıkı tutmayan yerli oyuncular, yeni kuralla birlikte bu rahatlıktan mahrum olacak ve kendilerini geliştirmek zorunda kalacaklar. Yine yerli oyuncular için ilk 11 garantisi olmayacağı için, bu oyuncuların alacakları ücretler düşerek Avrupa standartlarına yaklaşacak ve Avrupa kulüplerine transfer olmaktan, daha az kazanacakları için imtina eden futbolcular, bu seçeneği daha sık kullanır hale gelecekler. Gittikleri ülkelerde uluslararası deneyimleri artacak ve bu takımlarda kadroya girebilmek için daha çok çalışacaklar. Sonuç olarak milli takım havuzu içerisindeki oyuncular kendilerini sürekli olarak geliştirirken, milli maçlar için formda olacaklar.

Bu beklenti de belirli bir mantığa dayanıyor. Ancak rekabetin giderek arttığı Avrupa futbolunda, milli takımın belirli bir istikrara kavuşması için yabancı sınırlaması kuralını değiştirmekten daha fazlasına ihtiyaç var. Öncelikle milli takımların güç seviyelerinin birbirine çok yaklaştığının kabul edilmesi lazım. Nüfusu 320.000 olan İzlanda, uzun yıllardır planlı ve istikrarlı bir biçimde yükseliyor; daha da küçük bir federasyon olan Faroe Adaları, bir zamanların Avrupa Şampiyonu Yunanistan'ı hem içerde hem dışarda yenebiliyor. Bugün Türkiye A Milli Takımını, Finlandiya karşısında favori olarak göstermenin bir geçerliliği yok. Ancak bu olgu anlaşıldıktan sonra, oyuncu yetiştirmede reform ve diğer hamleler gelebilir.