Yaz Turnuvalarının Cazibesi

Avrupa kıtası futbolseverleri için çift yılların yaz ayları şenliklidir ve sezon içerisindeki ulusal lig ve uluslararası platformlardaki kulüp maçlarının sayısındaki enflasyona rağmen, bu böyle olmaya devam etmektedir. Uluslararası yaz turnuvaları, sadece Avrupanın değil dünyanın da en yüksek bütçeli organizasyonu olarak, en iyi oyuncuları, taktik ve strateji ustası teknik direktörleri bünyesinde toplayan Şampiyonlar Liginden daha heyecanlıdır. O kadar ki, normal sezonların sadık izleyicisi olmayanların gözleri de bu heyecana kayar. Hatta böylesi izleyicilerin uzun yıllar içerisinde oyunu analiz etme yetilerinin, en azından ortalama bir tv yorumcusunun seviyesine ulaştığı gözlemlenebilmektedir. Önce eşi, daha sonra oğlu ve en nihayet torunu sayesinde, futbol maçlarının tv yayınlarının başladığı 1970'li yıllardan bu yana zoraki bir futbol seyircisi olan annem, Almanya'nın iyi bir takım olmakla beraber, sağ bek mevkiini işgal eden Höwedes'in vasat bir oyuncu olduğunu ve oyundaki tek işlevinin, topun taca çıkmasını önlemek olduğunu isabetle tespit etmiş ve sonraki birkaç maçta Teknik Direktör Joachim Löw, bu tespite kulak kabartarak yeni bir sağ bekle yola devam etmeyi seçmiştir!

Ulusal takımların oynadıkları uluslararası turnuvaların, kulüp takımlarının oynadıklarından daha fazla ilgi çekmesinin, saha içi ve saha dışından kaynaklanan çeşitli nedenleri var. Saha dışı nedenler arasında, ulusal kimlik inşası ve yenilenmesinde ülkeyi temsil eden takımların oynadıkları rolden ya da başka sosyolojik faktörlerden söz edilebilir ve kuşkusuz bunların payı büyüktür. Ancak saha içindeki oyun ve sahayı çevreleyen unsurlar da, bu Avrupa Kupasında bir kez daha görüldüğü üzere futbolu, normal sezonların alışılagelmiş tekdüzeliğinden kurtarıyor. Öncelikle kağıt üzerinde favori görünen takımlar, oyuncuların ve teknik ekibin uyum sorunu gibi, üstünlüklerini yansıtamamalarını sağlayan bir dizi belirsizlikten muzdarip olabiliyorlar. Bu belirsizlikler sahadaki oyunu bir anlamda istikrarsızlaştırıyor ancak öte yandan, sürprizlere açık hale getiriyor. Bir başka deyişle, sınırlı bir takvimde birlikte antrenman yapabilen ulusal takımlardan hangilerinin, kulüp takımlarında ulaşılması daha kolay olan birlikte oynama ve "takım olma" becerisine eriştiğini, maç oynanmadan anlamak ve dolayısıyla sonucu kestirmek pek mümkün olmuyor. Yaz turnuvalarının kısalığı ve bir tek maçla bir takımın elenirken, diğerinin yoluna devam edebilmesi de, kadroları parlak oyuncularla dolu olmayan ancak takım halinde oynamayı kıvırabilen ekiplerin, üst turlara yükselebilme şanslarını arttırıyor. Çeyrek finallerin oynanmakta olduğu Avrupa Kupasında finalin başlığının Galler-İzlanda olma ihtimali var. Böyle bir finalin Şampiyonlar Ligindeki izdüşümünü hayal etmek bile imkansız, bu gösterişli organizasyonun tarihinde bu iki ülkenin kulüp takımlarının esamesi dahi okunmuyor.

Tek maçlı eleme usulünde uzatmalara ve penaltı atışlarına daha sık rastlanması da, kaybedenler açısından kalp kırıcı olmakla birlikte, kazanan ve kaybeden arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu hatırlatıyor. Zidane'ın önderliğindeki Fransa'nın 1998-2000 serüvenini hatırlayalım. Futbol tarihine geçen dönem takımları arasında yer alan bu oyuncu grubu, 1998'de penaltılarla ve 2000'de finalin son saniyelerinde ve uzatmalarda buldukları goller olmasa, tarihe 1974-78 Hollandasına benzer biçimde "güzel kaybedenler" olarak geçebilir ve her iki maçı da son anda kaybeden İtalya, '98-'00 Fransasının taşıdığı apoletlere sahip olabilirdi.

Buraya kadar aktarılanlar, yaz turnuvaları ve sezona yayılan kulüplerarası turnuvalar arasında ilk bakışta göze çarpan farklılıklar. Daha az dikkat çeken bir farklılık ise, saha içindeki oyunu çevreleyen  unsurlar ve özellikle taraftarların nispeten eşit varlığı. Normal bir sezon maçında az sayıdaki deplasman seyircisi, o da deplasman yasakların yaygın olduğu bizimki gibi ülkelerden değillerse, tribünlerin uzak bir köşesine sıkıştırılırken, yaz turnuvalarında her iki takımın binlerce taraftarı mümkün mertebe eşit sayıda yer bulabiliyorlar. Bu durum yalnızca televizyon başındaki izleyicilerin seyir zevkini ve aynı anda sevinen ve üzülen yüzler görmenin dramatik etkisini arttırmakla kalmıyor, aynı zamanda suni olduğunu düşündüğüm ev sahibi avantajı fenomenini ortadan kaldırıp, şartları eşitliyor. Bu sayede oyuncular ve hakemler, normal sezonların tek taraflı tribünlerinin yarattığı baskıdan uzak, daha rahat oynayabiliyor ve karar verebiliyorlar. Bu karakteristik özellikler, yaz turnuvalarını Şampiyonlar Liginden daha ilginç kılıyor.