Vural'ın gönderilmesi üzerine bir deneme

Tarihteki önemli olayların, yaşadığı dönemde ya da çalıştıkları alanda iz bırakmış insanların doğum ve ölüm günlerinin yuvarlak rakamlarla ifade edilen yıldönümleri, her zaman özel bir anma, hatırlama ve bu olaylardan yola çıkarak günü anlama çabalarına vesile olmuştur. 2015 de, böyle yıldönümleri açısından oldukça cömert bir yıldı.

Bir emekli öğretmen edasıyla yazılan giriş bölümünden gelişmeye geçelim. Her yaşımda okuduğum ve özellikle okumaktan sıkıldığım anlarda, kitaplardan uzaklaşmamak için başvurduğum Aziz Nesin'in 100. yaşını da geçtiğimiz yıl kutladık. Son zamanlarda, Nesin'in her daim canlılığını koruyan karakterleri arasından Zübük romanındaki karakter, diğerlerinden daha fazla anılır hale geldi. Sosyal medyada okuduğum bir yorum, bu karakterin nispeten daha az hatırlanan ama belki de, pervasızlığının temelinde yatan bir yönü, eğitimle edinilen bilgi ve uzmanlığa duyduğu düşmanlık hakkındaydı.  

Eski bir tabirle "okullu-alaylı" çekişmesi olarak nitelenebilecek bu durumu, yılın son günlerinde dünya basınına da konu olan, Yılmaz Vural'ın yalnızca bir maça çıktığı Gençlerbirliği'nden gönderilmesiyle birlikte değerlendirebilir miyiz? Vural bu yıl Gençlerbirliği'nin gönderdiği 4. teknik direktör oldu. Süper Lig'in tüm zamanlar sıralamasında, şampiyonluğu bulunan 5 takımın hemen ardından Ankaragücü ile birlikte dizilen Gençlerbirliği, son dönemin en kötü sezonunu geçiriyor (Tüm zamanlar sıralamasında ilk 10'da yer alan Eskişehirspor ve Bursaspor'un durumu da farklı değil, ancak bu başka bir yazının konusu). Birçok kulübün sahip olduğundan daha iyi tesislere sahip olan, yeni oyuncu yetiştirmek ve genç yetenek keşfetmekte mahir olduğunu defalarca göstermiş, mali dengesi ülke ortalamasından çok daha iyi durumda olagelmiş, zaman zaman üst sıraları zorlayan ya da iyi futbol oynayan kadrolar oluşturabilmiş bir takımın bu duruma düşmesinin nedenleri neler olabilir ? Öncelikle, "ne değişti" sorusu yanıtlanmalı. Son birkaç yılda iki önemli somut değişiklikten birisi olan e-bilet uygulamasından en çok etkilenen kulübün Gençlerbirliği olduğunu rakamlar ya da çıplak gözle yapılan gözlem de söylüyor zaten. Bu aslında, takımın seyirci kitlesinin eleştirel kimliği az çok bilindiğinden beklenen bir sonuçtu. İkinci önemli değişiklik olan yabancı sınırlamasının fiilen kaldırılması ise, yabancı oyunculardan iyi verim almasıyla bilinen kulübün avantajına olması gerekirdi ancak, bu yıl kadrodaki oyuncuların performanslarına bakıldığında, bu değişikliğin de takımı olumlu yönde etkilemediği görülüyor. 

Bu durumdan ancak, teknik direktör ya da kulüp seviyesinde bir akılcı yönetimin devreye girmesiyle çıkılabilir. Taraftar kitlesi Başkentteki ekibinin de sayıca gerisinde olan bir kulübün başkanı olarak, belirgin bir istikrarın sağlandığı yılların neredeyse tamamında koltuğunu kaptırmayan İlhan Cavcav, bu aklı göstermesiyle biliniyor. Ancak zorlu koşullarda kulübü ligde tutmaya yarayan bu aklın, gerekli zamanlarda gereken atılımları yapmak için yeterli olmadığı da görülüyor. Tipik bir Gençlerbirliği sezonunda, henüz Ankara soğukları başlamamışken alınan birkaç iç saha galibiyeti ve İstanbul'un şampiyonluk adayı takımlarına karşı oynanan birkaç iyi maçtan sonra, ligin ortalarına gelindiğine taraftarlar arasında "acaba ilk beşi zorlayabilir miyiz" umudu oluşur, sonrasında belli bir doygunluğa ulaşılır ve takımın üst sıraları zorlayamayacağı anlaşılır. Buna karşın küme düşmememeyi garantilemek için gerekli olan 40 puana ulaşılabileceği ortaya çıktıktan sonra da, geriye kalan 6-7 haftada rölantide geçen maçlarla tamamlanır. Bir başka deyişle, ne kısalır ne de uzar. Bu kısır döngüyü kırmak için yeni bir plan gerekir ki, eğer takımınıza Sneijder, Mario Gomez, Samuel Eto'o gibi oyuncuları alamıyorsanız, bu planın oyuncu seçiminden mali dengenin sağlanmasına, yeni antrenman tekniklerinin adaptasyonundan halkla ilişkiler faaliyetlerine birçok başlığı içermesi gerekir. Bu da ancak, eğitimli ve uzman kadrolarla sağlanabilir. Sadece kulübü çok sevdiği için görevini sürdüren bir başkanın, "üç beş tanesi hariç bütün teknik direktörleri cebimden çıkarırırım" tavrıyla en iyi ihtimalle kümede kalırsınız.

Bu zamana kadar oyuncularıyla olan ilişkileri ve zaman zaman itici bulunan üslubuyla çokça tartışılan Yılmaz Vural, gönderilmesine karşı tepkisini ortaya koyarken, uzun kariyeri boyunca bu işin ilmini gerçekten de iyi bir yerde, Almanya'nın ünlü spor akademisi sisteminde öğrenmiş olmasına hiçbir zaman saygı duyulmadığından yakınıyordu. Vural'ın hataları bir tarafa, bu konuda haksız olduğu söylenebilir mi? Türkiye'nin o bir türlü ele geçiremediği en iyi üniversitesinin kampüs arazisine bakıp, buraya dört tane daha üniversite sığar diyen siyasetçiyle, teknik direktörlük de neymiş canım diyen kulüp başkanı, birbirlerini anımsatmıyorlar mı?